menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Savaşa karşı iyileşmeye ‘Taşrada Bir Ay’

14 13
22.10.2025

Çağdaş İngiliz edebiyatının klasiklerinden olan ve James Lloyd Carr’ın yazdığı Taşrada Bir Ay romanı, DR. Johnson, A. E. Housman ve Herbert Trench’ten birer epigrafla başlıyor. DR. Johnson’un Sözlüğü’nden “Roman: Ufak bir masal, ekseriyetle aşka dair.” epigrafı hem anlatım hem de anlatılan hakkında yeterince bilgi veriyor ilk anda. Bir ay gibi kısa bir dönemi yine kısacık bir anlatıma sığdırarak, roman genişliği ve derinliğiyle “aşk” ve “masal”ın sınırlarını gösteriyor. Sözkonusu savaş olunca durmamız gerekiyor haliyle. Ancak savaş ve travmalarını büyük bir ustalıkla farklı bir anlatımla aktarmayı başarmış yazar. Gizem, trajedi, aşk, sosyolojik analiz, kaçırılmış fırsatlar, dostluk, sanat ve güzellik gibi daha bir çok konunun içinde buluyoruz kendimizi. Buna, kırsal bir pastoralde birkaç karanlık alt akıntıyı incelikle ören bir karışım demek daha doğru. Yazar bunu önsözde, “Yine, insanın geçmiş hakkında yazdığı aylar boyunca hikâye, halihazırda yazarının başına gelmekte olan şeylerle renklenir. Haliyle ses tonu farkında olmaksızın değişir, baştaki niyetler uçup gider. Bana olan da buydu; kendimi birdenbire ne bugünün ne dünün ikame ettiği, daha karanlık bir manzaraya nazır bir pencereden dışarıya bakarken buldum.” diye anlatır.

Taşrada Bir Ay, savaş anlatımlarının olduğu, ajite ya da duygusallığa boğulmuş bir kitap değil. Tam tersine yumuşak anlatımın verdiği huzur, romanın büyüleyici yanını ön planda tutmuş. Yazarın usta performansı, özellikle karakterin kilisenin başyapıtını katman katman ortaya koyan çalışması ile hayatta neyin değerli olduğunu yavaş yavaş keşfetmesi arasındaki paralellik göz önüne alındığında bu daha iyi anlaşılıyor. Yazar da iç ve dış arasındaki zıtlıkları ustaca bir oyunun içinden mümkün olan her şekilde oynadığını kalemiyle göstermiş. Bu dili zaman katmanlarında da görüyoruz. Şimdiki zamandan geriyi anlattığının da aslında geçmiş zaman olduğunu kitabın sonunda düşülen tarihten anlıyoruz. Bu katmanlarla kendi geçmişimizden kurtulmanın mümkünsüzlüğünde kalabalığın içindeki yalnızlaşan bireyi işaret eder. Yitirilmiş bir dönemden yadigâr kalan sevinçleri, üzüntüleri, korkuları, kızgınlıkları, hayal kırıklıklarını, umutları, hayalleri ve tabii ki emekleri unutturmamanın katalogudur elimizdeki artık.

“Bütün bunlar uzun zaman önce yaşandı. Hiç geri dönmedim, hiç mektup yazmadım, bana Oxgodby’den havadis verebilecek biriyle hiç karşılaşmadım. O yüzden, nasıl bıraktıysam öyle duruyor hafızamda; geçmişle döşenmiş, havasız, sessiz, kapısı mühürlü bir oda, kalemin ucunda uzun zaman önce donmuş mürekkep gibi.”

J. L. Carr, taşranın dinginliğini ve pastoral yaşantısını, imkansız aşkın olanca hüznü ve lirizmiyle bezediği atmosferde, bir ülkenin kayıp güzelliğinin izini sürerken, unutturmamaya çalıştığı bütün o duyguların aslında hepimiz için ne kadar benzer, hatta ortak olduğunu da bize fısıldar. Okuru tanık olarak tutmaz, yazdıklarının içine alır, paylaşır. Acıyı içselleştirmiş olmanın verdiği bir olgunluk vardır. Ne onu unutarak ne de onu yücelterek bunu yapar. Bu yanıyla yüzleşme kitabı diyebilirim. Acıların yaşam içinde ortak bir dil olduğunu ve unutulmaması gerektiğinini sade bir geçişle yapar. Okur savaşın derin yaralarını görür ve etkilenir. Sanki kendi kaleminden ya da gözlemlediklerinden çıkmış gibi bir duyguyu yaşar.

Yıl 1920’dir ve romanın baş karakteri Tom Birkin, yüzünde doktorların zaman içinde iyileşeceğini belirttiği tikle cepheden dönmüştür. Yüzünün sol tarafını kontrol edememektedir. “Passchendaele’den yadigâr” olarak........

© İlke TV