menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Vahap Coşkun: “Bugün Türkiye’nin önünde tarihî bir fırsat var”

23 4
22.09.2025

Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Vahap Coşkun’un TBMM Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun 17 Eylül 2025 tarihli toplantısında yaptığı konuşma metni:

Sayın Başkan ve Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun saygıdeğer üyeleri;

Davet için müteşekkirim.

Öncelikle uzlaşmayı ve diyalogu esas alan tavrıyla Komisyon’un oluşumunda ve faaliyetlerini ilerletmesinde büyük pay sahibi olan Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş’a ve yoğun bir özveri ile çalışmalarını sürdüren siz çok değerli Komisyon üyelerine saygılarımı sunarım.

Bu sürece katkıda bulunan ve çözüm için elini taşın altına koyan bütün kişi ve kuruluşlara da muvaffakiyetler dilerim.

Kürt meselesi, kadim bir mesele; Cumhuriyet ile yaşıt ve ne yazık ki bugüne kadar bir çözüme kavuşturulmuş değil. Bir asırlık tecrübeyle sabittir ki; bu mesele hem içte hem de dışta ciddi tahribatlara sebebiyet veriyor.

Kürt meselesi; sosyal hayatta birlikte ve bir arada yaşamayı sağlayan bağları zayıflatıyor.

Ekonomide, aslında memleketin eğitimine, sağlığına ve altyapısına harcanması gereken ve trilyon dolarları bulduğu belirtilen kaynaklarını kurutuyor.

Siyasette, kutuplaşmayı keskinleştiriyor ve makul çözümlerin bulunmasını güçleştiriyor.

Hukukta, temel hak ve hürriyetlerin çıtasını aşağıya çekiyor ve yoğun bir hukuksuzluk üretiyor.

Dış politikada ise Türkiye’nin yumuşak karnını oluşturuyor. Türkiye’yi istikrarsızlaştırmaya veya güçlü bir aktör olmasını engellemeye niyet edenler, bu mesele üzerinden Türkiye’nin hareket sahasını daraltmaya çalışıyor.

Artık tahammülfersa bir hal alan bu tahribatlar bir bütün olarak düşünüldüğünde denilebilir ki, Kürt meselesi Türkiye’de rejimin karakterini belirleyen bir meseledir. Binaenaleyh bu konu, gündelik siyasi çekişmelere hapsedilmemelidir. Toplumun bugününü ve geleceğini biçimlendirme potansiyeli taşıdığından daha geniş bir perspektifle ve daha tarihsel bir bakışla ele alınmalıdır. Bu meyanda iki husus her daim akılda tutulmalıdır:

Birinci husus, Kürt meselesi benzeri etno-politik bir sorunla sadece Türkiye’nin meşgul olmadığıdır. Bir önceki oturumda ve bu oturumda hocalarım birçok örnek verdiler. Dünyanın pek çok yerinde siyasi toplulukların bu türden sorunlarla uğraştıklarını gösterdiler. Etno-politik meselelerle yüzleşmek ve bu türden meseleleri siyasi müzakerenin meşru ya da gayri-meşru bir parçası saymak bu çağda bir istisna değil bir norm, bir kaza değil bir kuraldır.

Ezcümle etno-politik meselelerin mevcudiyeti evrensel bir nitelik taşır. Zira nerede olursa olsun, bir toplumsal kesim eğer dışlandığını ve mağdur olduğunu hissederse bir direnç gösterir. Direnç, bazen şiddet içermez ve şiddetsiz bir çatışma olarak demokratik sahada cereyan eder. Bazen de şiddete bulanır ve kanlı bir çatışmaya zemin hazırlar. Bir çatışma başladıktan sonra birtakım talepler gündeme gelir ve çatışmanın bitmesi bunların karşılanmasına bağlanır. Çatışmaların çözümü için öne sürülen bu talepler de çoğunlukla birbirine benzerler.

Dünyanın hemen her yerinde bu süreçler genellikle aynı taleplerin etrafında döner durur. Bunlar da esas itibariyle üç tanedir.

Kürt meselesinde de -silahsızlandırmayı bir yana bırakırsak- taleplerin bu minvalde olduğunu söylemek mümkündür. Burada da öne çıkan üç talep vardır.

Çözüm, uzun vadede bu talepleri karşılayacak yasal ve anayasal değişikliklere dair asgari bir mutabakatın oluşmasıyla bulunacaktır.

İkinci husus, dünya tecrübelerinden gerekli dersleri çıkarmakla birlikte kendi tecrübelerimizin de kıymetini bilmemizdir. Türkiye, PKK’ye silah bıraktırmayı ilk kez denemiyor. 1993’te rahmetli Turgut Özal’ın ilk girişiminden bu yana devlet birçok kez görüşmeler yoluyla örgütü silahsızlandırmayı denedi. Süleyman Demirel’den Tansu Çiller’e, Necmettin Erbakan’dan Mesut Yılmaz’a, Bülent Ecevit’ten Recep Tayyip Erdoğan’a kadar bütün iktidarlar, örgütü silahsızlandırmak için girişimlerde bulundular. Her ne kadar bu girişimlerden beklenen netice elde edilmemişse de ciddi bir birikim oluştu. Bu birikimimizden istifade etmeliyiz.

2013-2015’teki çözüm denemesinde hem zaten hasbelkader bu alanda çalışan bir akademisyen ve hem de Akil İnsanlar Heyeti’nde yer alan biri olarak, İç Anadolu Bölgesi’nde görev yaptım, süreci doğruları ve yanlışlarıyla çok yakından takip etme fırsatı buldum. O dönemde yaptığım ve Demokratik Gelişim Enstitüsü tarafından yayınlanan bir çalışmada, süreci tehdit eden altı risk alanı tespit etmiştim.

Birincisi, süreci yürütenlerin sürece farklı anlamlar yüklemeleriydi. İktidar ve PKK’nin süreçten anladıkları birbirinden farklıydı. Hükümet “süreç” derken; silahlı mücadelenin bitirilmesini ve taleplerin demokratik siyaset içinde konuşulmasını kastediyordu. Buna mukabil PKK, Kürt meselesine esas teşkil eden taleplerin kendisiyle müzakere edilmesini istiyordu.

İkincisi, ülkede iç politikadan kaynaklanan gerginliklerin çözüm sürecine menfi etkisiydi. Gezi Parkı, 17/25 Aralık Operasyonları ve Kobani gibi olayların gerginleştirdiği siyasi atmosfer, bazı çevrelerde çözüme olan ilgiyi azaltmıştı. Bilhassa iktidara yönelik tepkiler, zaman içinde çözüm sürecine yönelik bir tepki formuna girmişti. Bir başka ifadeyle, iktidara karşıtlık, sürece karşıtlığa dönüşmüştü.

Üçüncüsü, taraflar arasında kullanılan dilden ve koordinasyon eksikliğinden kaynaklanan problemlerin varlığıydı. Karşılıklı kullanılan sert dil, zaman zaman çözüme güveni sarsacak bir niteliğe bürünüyor ve sürecin ihtiyaç duyduğu ılımlı atmosferi zedeliyordu. Taraflar arasında belirgin bir koordinasyon eksikliği de bulunuyordu. Bazen ikili görüşmelerin sonrasında yapılan açıklamalar birbirini tekzip ediyor ve bazen de rahatlıkla çözülebilecek bazı sorunların devam etmesine karşılıklı olarak izin veriliyordu. Bu sorunlar süreci zayıflatıyordu.

Dördüncüsü, kamu düzeninin ihlal edilmesiydi. Çatışmasızlık ortamı, PKK ve onun gençlik yapılanması olan YDGH tarafından bölgede bir denetim ve bireyler üzerinde baskı kurmak için kullanıldı. Bu da sürece dönük şikâyetleri büyüttü. Yol kesme, kimlik kontrolü yapma, iş makinelerini yakma, insan kaçırma, yargılama, vergi alma ve cezalandırma gibi faaliyetler, Kürtler arasında çözüm için beslenen........

© Hür Fikirler