İMAR PARA CEZASI VE YIKIM UYGULAMALARINDAKİ ÇARPIKLIKLAR
İmar hukuku, şehirlerin düzenini korumak ve toplumsal yaşamı güvence altına almak için vardır. Ancak uygulamada bu idealden giderek uzaklaşıldığı görülmektedir. Pek çok belediye, nüfusun ihtiyacına uygun imar parseli üretmeyerek vatandaşları fiilen kaçak yapı yapmaya mecbur bırakmakta; ardından da aynı sokakta çok sayıda aykırılık bulunmasına rağmen yalnızca bazı yapılar hakkında işlem tesis etmektedir.
Hakkında yıllar önce kesinleşmiş yıkım kararı bulunan pek çok yapı olduğu halde ayakta durmaya devam ederken, bazı binalar kısa sürede yıkılmaktadır. Böylece kamu gücü, düzenin tarafsız koruyucusu olmak yerine, kimi zaman yalnızca “istenmeyen kişilerin durdurulmasına” yarayan bir araç haline gelmektedir.
İmar barışı ve geçici düzenlemeler ise bu çarpıklığı daha da büyütmüştür. Kaçak yapılar ruhsatlı ve iskanlı sayılmış, devletin ortak malı konumundaki araziler yapı kayıt belgesi sahiplerine devredilmek zorunda kalmıştır. Kamu yararı için çıkarıldığı belirtilen bu düzenlemeler, çoğu kez kamu yararını gölgeleyen sonuçlar doğurmuştur.
Belediyelerin denetim yükümlülüklerindeki eksiklikler bu tabloyu ağırlaştırmaktadır. İhtiyaca uygun imar parseli üretilmediği gibi, mevcut yapı stoğu da gerektiği ölçüde denetlenmemektedir. Buna karşılık, kanunda ruhsat muafiyeti tanınmış basit tadilatlar için dahi bazı vatandaşlara işlem yapılmakta; asli görevlerdeki boşluk küçük meselelerde gösterilen aşırı titizlikle doldurulmaktadır.
İmar yargılamalarında en büyük sorun kaynaklarından biri de bilirkişi raporlarıdır. Çoğu zaman mevzuat ve içtihatlarla bağdaşmayan, teknik temelden yoksun raporlar yargılamalara yön vermekte ve vatandaş aleyhine sonuçlar doğurmaktadır.
Bütün bu örnekler, imar düzeninde yaşanan sorunun yalnızca teknik değil, esasen yapısal olduğunu göstermektedir. Sorun, kuralların eşit ve öngörülebilir biçimde uygulanmamasından kaynaklanmaktadır. Hukukun eşitlikten saptığı yerde ise yalnızca düzen değil, adalet de zedelenmektedir.
Kuralların Eşit Uygulanmaması ve Görevi Kötüye Kullanma Suçu
İmar hukukundaki en ciddi sorunlardan biri, aynı durumda bulunan yapılara farklı muamele edilmesidir. Aynı sokakta çok sayıda kaçak yapı bulunmasına rağmen yalnızca bir kısmına yaptırım uygulanması, üstelik bu yaptırımların çoğu kez şahsi ya da siyasi husumet bulunanlara yöneltilmesi, görevin gereklerine aykırılığın en açık örneğidir.
Türk Ceza Kanunu’nun 257. maddesi uyarınca, görevin gereklerine aykırı davranış kişilerin mağduriyetine veya haksız menfaate yol açtığında görevi kötüye kullanma suçu oluşur.
Kesinleşmiş çok sayıda imar para cezası yıllarca tahsil edilmezken sadece bazıları için icra yoluna gidilmesi, kesinleşmiş yıkım kararlarının büyük kısmı yıllarca bekletilirken yalnızca bazı yapıların yıkılması da aynı mahiyettedir. Bu seçici ve keyfi uygulamalar, eşitlik ilkesini zedelediği gibi kamu vicdanını da yaralamaktadır.
Dolayısıyla sorun, yalnızca idari işlemlerdeki hatalardan ibaret değildir. Kamu gücünün keyfi şekilde kullanılması, doğrudan cezai sorumluluğu da beraberinde getirmektedir. Bu uygulamaların herkes tarafından yargıya taşınması, sorunun büyüklüğüne dikkat çekecek ve belki de gerçek bir düzenin sağlanmasına katkı sunacaktır.
Suçu ve Suçluyu Bildirmeme Suçu
İzinsiz yapılaşma, özellikle bina niteliğinde olduğunda veya SİT alanı gibi koruma altındaki bölgelerde gerçekleştiğinde, mevzuatta açıkça yaptırım gerektiren suçlar arasında sayılmaktadır. Bu tür suçların yargı mercilerine bildirilmemesi, TCK kapsamında suçu ve suçluyu bildirmeme suçunu oluşturur.
Üstelik kamu görevlilerinin,........
© Hukuki Haber
