TÜRKİYE’DE ZORUNLU AŞI UYGULAMALARI VE HUKUKİ BOYUTU: ANAYASA MAHKEMESİ KARARLARI VE BİREYSEL HAKLAR
Aşı reddi, bireylerin özgür iradeleri ile toplum sağlığını koruma zorunluluğu arasında önemli bir ikilem oluşturmakta; bu durum, hukukun temel unsurlarından olan bireysel haklar ile kamu yararının sınırlarının yeniden değerlendirilmesini gerektirmektedir. Aşılama, birçok hastalığın yol açtığı ölüm ve hastalık oranlarını azaltmada etkili, ekonomik ve yaygın kabul gören bir yöntem olarak toplum sağlığında önemli bir başarı olarak kabul edilmektedir. Dünya Sağlık Örgütü’nün Mart 2018 tarihli raporunda, küresel çapta aşılamanın yılda 2-3 milyon hayat kurtardığı vurgulanarak aşının toplumsal önemine dikkat çekilmiştir. Ancak, son yıllarda çocukluk çağı aşılanma oranlarında küresel ölçekte bir düşüş yaşanması kaygı verici bir gelişme olarak görülmektedir.
Ulusal hukuk kaynaklarının yanı sıra, Türkiye’nin taraf olduğu veya olmadığı uluslararası hukuk ve insan hakları belgelerinde, aşılama hem bir hak hem de topluma karşı bir yükümlülük olarak tanımlanmaktadır. Ülkemizde ise ‘aşı reddi’ kavramı 2010 yılından itibaren gündeme gelmiş; medya ve haberlerin bu konuda etkili olduğu gözlemlenmiştir. Örneğin, 2015 yılında Ordu’da ikiz bebeklerine aşı yaptırmayı reddeden bir aile hakkında sağlık tedbiri davası açılmış, ancak aile bireysel hak ihlali ve onam alınması gerektiği gerekçesiyle açtığı karşı davayı kazanmıştır. Bu karar, medyada “İkiz bebeklerine aşı yaptırmayan savcının hukuk zaferi” başlığıyla geniş yer bulmuş ve toplumda aşı reddinin artmasına, domino etkisiyle benzer tutumların yaygınlaşmasına zemin hazırlamıştır.
Zorunlu aşının temel haklar ve anayasal ilkeler ışığında hukuki konumu
Zorunlu aşı uygulamaları, anayasal haklarla yakından ilişkili bir alandır. Bu uygulamalar özellikle bireyin vücut bütünlüğü üzerinde doğrudan bir etki yarattığından, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması rejimi içerisinde ele alınmalıdır. 1982 Anayasası’nın 17. maddesi, herkesin “yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip” olduğunu belirtmekte, devamında ise “kimsenin vücut bütünlüğüne dokunulamayacağı” hükme bağlanmaktadır. Aynı zamanda Anayasa’nın 15. maddesinin ikinci fıkrası, olağanüstü hallerde dahi bireyin maddi ve manevi varlığına yönelik dokunulmazlığın korunacağını açıkça ortaya koymaktadır. Bu yönüyle zorunlu aşı uygulaması, sadece sağlık politikalarının konusu değil, aynı zamanda temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması bakımından da anayasal bir değerlendirme gerektirir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) bağlamında ise zorunlu aşının bireyin haklarına müdahale oluşturabileceği açık olup, bu müdahale en çok özel hayatın korunmasına ilişkin 8. madde ile ilişkilendirilebilir. Bu madde kapsamında, bireyin bedenine yönelik tıbbi müdahaleler, özel hayatın bir unsuru olarak değerlendirilmekte ve bu tür müdahalelerin hukuka uygunluğu, kamu yararı ve ölçülülük ilkeleri çerçevesinde denetlenmektedir.
Zorunlu aşı uygulamaları, bireyin temel hak ve özgürlükleriyle doğrudan ilişkili olup, anayasal düzlemde çok boyutlu değerlendirmeyi gerekli kılar. Anayasa'nın 20. maddesi uyarınca, "herkes özel ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir". Bu hüküm, Anayasa’nın 17. ve 15. maddeleriyle birlikte değerlendirildiğinde, bireyin maddi ve manevi bütünlüğünün anayasal düzeyde güçlü güvencelerle korunduğu görülmektedir.
Ancak, kamu sağlığının korunması ile bireysel haklar arasında kurulması gereken denge, özellikle zorunlu aşı uygulamaları gibi alanlarda son derece karmaşık ve hassas bir yapı arz etmektedir. Bu noktada, yalnızca ulusal anayasal düzenlemeler değil, uluslararası sözleşmeler de dikkate alınmalıdır.
Bu kapsamda, Oviedo Sözleşmesi (İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi), temel referans belgelerinden biridir. Türkiye’nin de taraf olduğu bu sözleşme, 2. maddesinde “insanın çıkarlarının, bilim ve toplumun çıkarlarına üstün olduğunu” açıkça belirtmekte; insan onurunun korunmasını tüm düzenlemelere egemen bir ilke olarak kabul etmektedir.
Sözleşmenin 5.........
© Hukuki Haber
