menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Türk Hukukunda DNR Talimatı ve CPR Uygulamasının Hukuki Boyutları

7 20
04.07.2025

Resüsitasyon (CPR), yaşam ile ölüm arasındaki kritik eşikte özel bir öneme sahiptir. Ancak CPR’ın başarı şansı düşük olduğunda, yaşamının son evresinde bulunan hastalarla ilgilenen hekimler ve sağlık çalışanları, hem etik hem de hukuki açıdan karmaşık ikilemlerle karşılaşmaktadır. Bu kararlar, hekimlerin manevi ve etik yükünü artırırken, hukuki sonuçlara ilişkin kaygılar da karar verme sürecini zorlaştırmaktadır.

“Do Not Resuscitate” (DNR) talimatı, kalp veya solunum durduğunda, önceden verilmiş tıbbi talimat doğrultusunda CPR uygulanmamasını ifade eder. Hasta hakları çerçevesinde, aydınlatılmış onam olmaksızın yapılan tıbbi müdahaleler hukuka aykırıdır. Bu nedenle, hekimin hastanın tedaviyi reddetme iradesine saygı göstermesi gerekir. Ancak, DNR talimatının hukuken geçerliliği ve hekimin müdahale yükümlülüğü konusundaki belirsizlikler tartışma konusudur.

Türkiye’de DNR talimatlarına dair özel bir yasal düzenleme bulunmamaktadır. Bununla birlikte, hasta özerkliği ve yaşam hakkı kapsamında hastanın tedaviyi reddetme hakkı; Biyotıp Sözleşmesi, Hasta Hakları Yönetmeliği ve Türk Medeni Kanunu gibi düzenlemelerle güvence altına alınmıştır. Ayrıca Anayasa’da da bireyin sağlık ve vücut bütünlüğünün korunması temel hak olarak yer almaktadır.

Hekimler açısından ise Tıbbi Deontoloji Tüzüğü, tıbbi müdahale yapma yükümlülüğünü ve mesleki özerkliği düzenler. Hekimin, tedavinin gerekliliği ve yararlılığına karar verme yetkisi vardır ancak bu karar hastanın rızasına bağlıdır. Hastanın geçerli bir DNR iradesi varsa, hekim buna saygı göstermek zorundadır.

Beyhude müdahale, klinik amaçlara ulaşmada etkisi olmayan tedavi olarak tanımlanabilir. Hekimlik Meslek Etiği Kuralları’na göre, hekim, hastasına yarar sağlamayacağını bildiği bir tedavi uygulayamaz (md. 30).Bu kurallar, hekimin mesleki özerkliğine dayanarak, tıbbi müdahalenin gerekliliği ve yararlılığına karar verme yetkisinin yalnızca hekime ait olduğunu belirtmektedir. Ancak bu karar, hastanın rızası ile sınırlıdır. Eğer hastanın , canlandırma yapılmaması yönünde hukuken geçerli bir irade beyanı varsa, hekim bu iradeye saygı göstermekle yükümlüdür.

Yargıtay kararları da hastanın sağlık ve beden bütünlüğüne ilişkin karar verme yetkisinin hekime değil hastaya ait olduğunu vurgulamaktadır. Bu nedenle, hastanın bilinci açıkken verdiği DNR talimatı geçerli kabul edilmeli ve bilinci kapandığında bu müdahaleden kaçınılmalıdır.

Asıl tartışma, bilinci kapalı ve karar verme yetisi olmayan hastalarla ilgili durumlarda ne yapılacağı noktasında yoğunlaşmaktadır. Literatürde, hastanın daha önce tedaviyi reddettiği durumlarda, bilinci kapandıktan sonra da bu iradenin geçerliliği korunduğu yönünde genel bir görüş birliği vardır fakat DNR talimatlarının şekli ve bağlayıcılığı konusunda yasal boşluklar da bulunmaktadır. Örneğin, DNR ifadesinin dövme gibi kalıcı yöntemlerle bildirilmesi hukuken tartışmalıdır ve geçerli kabul edilmemektedir.

Tıbbi müdahalenin zorunluluğu bulunduğunda, yalnızca hasta yakınlarının talebi ile müdahaleden kaçınılması hukuken mümkün değildir. Hekim, tıbbi değerlendirmesi sonucunda resüsitasyonun gereksiz olduğuna kanaat getirirse, hukuki sorumluluğu doğmaz. Ancak gereklilik halinde ve hastanın geçerli bir DNR talimatı yoksa, müdahaleden kaçınmak hukuki sorumluluğa yol açabilmektedir.

CPR Uygulamamak Suç mu? Türkiye’de DNR Talimatının........

© Hukuki Haber