menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

HASTA MAHREMİYETİ SOSYAL MEDYADA NASIL İHLAL EDİLİYOR? SAĞLIK PERSONELİNİN KARŞILAŞABİLECEĞİ HUKUKİ SONUÇLAR VE HASTALARIN HAK ARAMA YOLLARI

19 0
11.06.2025

Hasta mahremiyetinin korunması, sağlık hizmetlerinin temel etik ve hukuki prensiplerinden biridir. Ancak dijitalleşmenin ve sosyal medya kullanımının yaygınlaşmasıyla birlikte, mahremiyet ihlalleri sağlık çalışanlarının mesleki sorumluluklarını ve hastaların temel haklarını ciddi biçimde tehdit eder hale gelmiştir. Bu bağlamda, sosyal medyada hasta mahremiyetinin nasıl ihlal edildiği, sağlık personelinin karşılaşabileceği hukuki sonuçlar ile mahremiyeti ihlal edilen hastaların hak arama yollarının kapsamlı bir şekilde anlaşılması, sağlık hukuku ve etik disiplinlerinin güncel ve kritik meselelerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır.

Tıbbi hizmet sunumunda en sık karşılaşılan sorunlardan biri, hasta mahremiyetinin yeterince gözetilmemesidir. Sağlık hizmetlerinin temel unsurlarından biri olan beden mahremiyeti, hastanın vücut bütünlüğüne saygı gösterilmesini ve bireyin rızası dışında hiçbir fiziksel müdahalede bulunulmamasını gerektirir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Y.F./Türkiye kararında da belirtildiği üzere, kişinin cinsel organlarının rızası dışında muayene edilmesi mahremiyet hakkının ihlali olarak değerlendirilmiştir.

Türkiye'de halen yürürlükte olan, evli bir kadının gebeliğini sonlandırmak istemesi durumunda eş rızasının aranması uygulaması da beden mahremiyetinin sınırlarını tartışmalı hale getirmektedir. Bu tür uygulamalar, bireyin kendi bedeni üzerindeki tasarruf hakkını sınırlandırarak mahremiyet hakkının ihlaline neden olabilir.

Özellikle eğitim ve araştırma hastanelerinde, tıp öğrencilerinin eğitim amacıyla hasta tedavi süreçlerine tanıklık etmesi sık karşılaşılan bir durumdur. Ancak çoğu zaman hastanın açık rızası alınmamakta, bu da mahremiyetin ihlali anlamına gelmektedir. Benzer şekilde, tutuklu ve hükümlü bireylerin muayene sürecinde kolluk kuvvetlerinin muayene odasında bulunması, kişisel gizliliğe müdahale teşkil eder. Radyoloji birimlerinde kullanılan uygunsuz kıyafetler ve çekimlerin kalabalık ortamlarda gerçekleştirilmesi de mahremiyet endişelerini artırmaktadır.

Hasta mahremiyetinin korunması yalnızca fiziksel müdahale ile sınırlı değildir; aynı zamanda kişisel sağlık bilgilerinin gizliliğini de kapsar. Bir hekimin, hastasının sağlık durumunu üçüncü şahıslarla paylaşması ya da başka hastaların duyabileceği şekilde tıbbi bilgi vermesi, mahremiyet hakkını açıkça ihlal eder. Ayrıca, elektronik sağlık kayıtlarına birçok sağlık personelinin erişebilmesi, kişisel veri güvenliğini riske atmakta ve hasta haklarının ihlali ile sonuçlanabilmektedir. Bu tür ihlaller karşısında hastaların başvurabileceği çeşitli hukuki yollar bulunmaktadır. Hasta Hakları Yönetmeliği (HHY) madde 42 uyarınca, hasta mahremiyetinin ihlali durumunda Hasta Hakları Birimi’ne şikâyette bulunabilir ya da yargı yoluna başvurabilir. Ayrıca, Kişisel Verilerin Korunması Kanunu (KVKK) kapsamında hem idari hem de adli süreçler işletilmektedir. İlgili kişi öncelikle veri sorumlusu ile iletişime geçebilir, sorun çözülemezse Kişisel Verileri Koruma Kurulu’na başvurabilir. Kurul, ihlalin varlığını tespit ederse, mevzuat uyarınca tazminat, idari para cezaları ve cezai yaptırımlar uygulanabilir.

KVKK ve Türk Ceza Kanunu bu alandaki hukuki düzenlemelerin temelini oluşturmaktadır. TCK'nın 17. maddesi genel olarak cezai yaptırımları düzenlerken, 135-140. maddelerinde kişisel verilerin korunmasına ilişkin hükümler yer almaktadır. KVKK madde 18’de idari yaptırımlar öngörülmekte, madde 11/ğ ve madde 14/3 hükümlerine göre ise ihlallerde maddi ve manevi tazminat talebinde bulunulabilmektedir. HHY madde 43, hasta haklarını ihlal eden sağlık personelini çalıştıran kurumlara karşı da dava açılabileceğini belirtmektedir. Özel hayatın gizliliği ihlal edilen bireyler ise kişilik haklarının ihlaline ilişkin genel hukuk hükümlerine dayanarak yargıya başvurabilir.

Sonuç olarak, tıbbi hizmet sunumunda mahremiyetin korunması, yalnızca etik bir sorumluluk değil; aynı zamanda anayasal ve yasal bir zorunluluktur. Bu alanda hem sağlık çalışanlarına hem de sağlık kurumlarına düşen sorumluluk büyüktür. Mahremiyetin ihlali durumunda ise bireyler haklarını korumak için çeşitli hukuki yolları kullanma hakkına sahiptir.

1.Tıbbi Mahremiyet ve Sır Saklama Yükümlülüğü: Hukuki ve Etik Açıdan Değerlendirme

Tıbbi gizlilik ve sır saklama yükümlülüğü, hem hasta haklarının hem de kişilik haklarının korunmasında temel bir yere sahiptir. Bu yükümlülüğün hukuki dayanağı, Türk Borçlar Kanunu’nun 506. maddesinde yer almakta olup; sağlık çalışanlarının, hastanın gizli kalmasını istediği hiçbir bilgiyi rızası olmadan açıklamaması gerektiğini hükme bağlamaktadır. “Gizli bilgi” kavramı, yalnızca hastalığın tanısını değil, aynı zamanda hastalığın seyri, geçmiş tıbbi öykü, uygulanan tedaviler, röntgen ve muayene bulguları, psikolojik ya da fiziksel bozukluklar ve hasta dosyasındaki tüm kişisel ve ailesel bilgileri de kapsamaktadır. Genel anlamda, kamuya açıklanması bireyin onurunu, şerefini ya da menfaatlerini zedeleyebilecek her türlü veri, gizli bilgi kapsamında değerlendirilmektedir. Bu yükümlülük sadece hekimleri değil, tüm sağlık profesyonellerini kapsar. Hemşireler, ebeler, diş hekimleri, eczacılar, sağlık teknikerleri, sağlık eğitimi alan öğrenciler ve özel sağlık kuruluşlarında çalışan diğer tüm personel de bu sorumluluk altındadır.

Hasta Hakları Yönetmeliği de konuya dair önemli hükümler içermektedir. Yönetmeliğin 20. maddesi, hastanın bilgisi dışında üçüncü kişilere bilgi verilmesini açıkça yasaklarken; 21. madde, hasta mahremiyetine saygı gösterilmesi gerektiğini vurgular. 23. madde ise, sağlık hizmeti sunumu sırasında elde edilen bilgilerin, kanunen açıkça yetkilendirilmedikçe hiçbir surette ifşa edilemeyeceğini belirtmektedir.

Her ne kadar tıbbi gizlilik kuralı genel olarak bağlayıcı olsa da, bazı istisnaları bulunmaktadır. Bunlar arasında hastanın açık rızası, yasal zorunluluklar, kamu sağlığını ilgilendiren durumlar ve zaruret halleri yer almaktadır. Özellikle bulaşıcı hastalıkların varlığı durumunda, hekimin ilgili mercilere bildirimde bulunması, Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun 57. maddesi uyarınca zorunludur.

HIV/AIDS gibi hassas bulaşıcı hastalıklar söz konusu olduğunda ise, sağlık çalışanları etik ikilemlerle karşılaşabilmektedir. Bu hastalıkların açıklanması bireylerin ayrımcılığa uğramasına, sosyal dışlanmaya ve ekonomik kayıplara neden olabilmektedir. Mevzuatta, HIV pozitif bireylerin partnerlerini bilgilendirmeye dair zorunlu bir düzenleme bulunmamakta; bu kararın hasta tarafından verilmesi gerektiği belirtilmektedir. Ancak bu noktada, tıp etiği ilkeleri devreye girmekte ve hem bireyin hem de toplumun yararını dengeli biçimde gözetme sorumluluğu öne çıkmaktadır. Bu gibi bulaşıcı hastalıklarda, bilgilendirilmeme hakkının her durumda uygulanamayacağı da değerlendirilmektedir.

2.Hasta Mahremiyeti ve Tıbbi Gizlilik: Anayasal ve Uluslararası Korumanın Gücü

Gizliliğin kapsamı ilk teşhis anından tedavi sürecine ve hatta hastanın ölümünden sonraya kadar uzanır. Nitekim Hasta Hakları Yönetmeliği'nin 21. maddesinin ikinci fıkrası, ölümün mahremiyet hakkını ortadan kaldırmayacağını açıkça düzenlemiştir. “Ölüm, mahremiyetin ihlali hakkı vermez” ifadesiyle, hastanın mahremiyetinin vefatından sonra da korunması gerektiği teyit edilmiştir.

Tıbbi gizlilik hakkı, yalnızca ulusal hukukla değil, uluslararası düzenlemelerle de güçlü bir biçimde güvence altına alınmıştır. 1981 yılında Dünya Tabipler Birliği tarafından yayımlanan Lizbon Hasta Hakları Bildirgesi, hasta mahremiyetini temel haklar arasında tanımlayan öncü belgelerden biridir. Buna ek olarak; Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 17. maddesi, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 12. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. maddesi de özel hayatın gizliliğini açıkça koruma altına almıştır.

Türkiye’nin taraf olduğu Biyotıp Sözleşmesi (İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi), tıbbın uygulanmasında insan onuru ve mahremiyetin korunmasını ilke olarak benimseyen uluslararası nitelikte bağlayıcı bir belgedir. Sözleşmenin 3. maddesi, bireyin vücut bütünlüğü ve özel yaşamının gizliliğine vurgu yaparak, mahremiyetin tıbbi müdahaleler açısından da ihlal edilemeyecek bir hak olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Ulusal hukukta da bu hak, anayasal güvenceye sahiptir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 17. maddesi kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığına; 20. maddesi ise özel hayatın gizliliği ve korunmasına ilişkin haklara yer vermektedir. Tıbbi Deontoloji Tüzüğü’nün 4. maddesi ve Hasta Hakları Yönetmeliği’nin 21. ve 23. maddeleri de, sağlık personelinin sır saklama yükümlülüğünü ve hasta bilgilerinin gizliliğine mutlak surette riayet edilmesi gerektiğini düzenlemektedir.

3.Vücut Bütünlüğü ve Rıza: Tıbbi Müdahalelerde Hukukun Sınırı

Mahremiyetin sağlanması; hastanın tıbbi müdahaleler hakkında eksiksiz bilgilendirilmesi, müdahale öncesinde açık rızasının alınması ve işlemlerin uygun, özel ortamlarda gerçekleştirilmesi anlamına gelir. Hastanın gerçek bilgilendirilmiş onamı olmadan yapılan herhangi bir tıbbi müdahale veya muayene, vücut mahremiyetinin ihlali sayılır. Ayrıca hastalar, muayene ve tedavi sırasında yalnızca gerekli sağlık personelinin bulunmasını talep etme hakkına sahiptir; sağlık çalışanları ise bu taleplere saygı göstermekle yükümlüdür.

Genital muayeneler, yalnızca tedavi veya adli soruşturma amaçlı yapılmalıdır. Tedavi dışı amaçlarla, örneğin bekaret kontrolü için gerçekleştirilen genital muayeneler, hem hukuka aykırı hem de etik açıdan sorunludur. Bu uygulamalar kadınlarda psikolojik travmaya yol açmakta ve Türk Ceza Kanunu’nun 287. maddesi kapsamında cezai yaptırıma tabidir.

Mahkumlar ve tutukluların tıbbi muayeneleri sırasında da mahremiyetin korunması zorunludur. Türk Tabipleri Birliği’nin 1994 yılında yayımladığı genelge, muayene sırasında yalnızca hasta ve sağlık personelinin bulunmasını ve muayene ortamının hasta haklarına uygun düzenlenmesini vurgulamaktadır.

4. Hastane Koridorlarında Mahremiyet Açığı: Hasta Bilgilerinin Açıkta Olması Hukuka Aykırı mı?

Hasta kimlik bilgileri hekim kapılarında, ameliyathanelerde veya yoğun bakım ünitelerinde yer alan ekranlarda, hatta kantin ve kafeterya gibi halka açık alanlarda dahi gösterilebilmektedir. Bu uygulamalar hastaların mahremiyetini zedelemekle kalmayıp, hassas sağlık verilerinin izinsiz işlenmesine de neden olmaktadır.

Hasta ziyaretleri sırasında hekimin bilgileri yalnızca ilgili kişilere ve sessiz bir ortamda aktarması önem taşımaktadır. Ayrıca, hastaya ait tıbbi bilgiler içeren dosyaların yatak başında bulunması ve erişimin sadece yetkili sağlık çalışanlarıyla sınırlandırılması gerekmektedir. Aksi takdirde, bu tür dosyalara izinsiz erişim hastanın mahremiyet hakkını ihlal eder ve etik kuralların çiğnenmesine yol açar.

5. WhatsApp Üzerinden Paylaşılan Hasta Bilgileri: Mahremiyet İhlali mi?

Sağlık kurumlarında yürürlükte olan Yatarak Tedavi Kurumları Tıbbi Kayıt ve Arşiv Hizmetleri Yönetmeliği ile Özel Sağlık Kurumları Ayakta Teşhis ve Tedavi Yönetmeliği, hasta adına tutulması zorunlu kayıtları açıkça belirlemiştir. Bu kayıtlar arasında hastanın kimlik bilgileri, tıbbi geçmişi, tıbbi işlemlere dair onam formları, muayene sonuçları, cerrahi gelişim ve anestezi raporları, yoğun bakım süreci, taburcu belgeleri ve hasta ile yapılan görüşmeler yer alır. Ancak bu kayıtların yalnızca tıbbi değil, aynı zamanda kişisel veri olduğunun ve gizlilik çerçevesinde korunması gerektiğinin altı çizilmelidir. İçerdikleri hassas bilgiler nedeniyle bu verilerin........

© Hukuki Haber