Herkes Eğitim İçin "KAYIP" Filmini Neden İzlemeli?
“Sesi, 6 Şubat sabahı, enkazın altından başlayarak 2 yıl geçmesine rağmen hala duyulmayan Antakya’nın sesi olmaya çalışıyor bu film.”
“Hadi tamam büyük bir afet yaşandı ve sonuçları çok ağır oldu, buraya kadar söylenecek çok şey olmasına rağmen, kabul ettik. Ama fark ettik ki sonrasında da ölmeye devam ediyoruz ve aslında yokuz. Yok sayılmaya da devam ediyoruz. Bu nedenle film aslında gerçek anlamda kaybolanlar ile hayatta kalmayı başarmasına rağmen, hayatta iken kaybedilenlerin de hikayesi birazda.”
Eğitimci/Sinemacı Gazi İsmailoğulları ile "KAYIP" filmini konuştuk.
Filminiz, deprem sonrası Antakya’nın yıkımını ve kayıpların izini süren karakterleri merkeze alıyor. Hikâyeyi bu kadar içselleştirerek anlatmaya sizi iten neydi? Kendi gözlemleriniz ve yaşadıklarınız, senaryoyu nasıl şekillendirdi?
Bu hikâyeyi anlatmaya beni iten şey, kaybolan insanların, şehirlerin ve hikâyelerin unutulmasını istemememdi. Ben tarihçiyim aynı zamanda mesleki olarak. Deprem sadece binaları değil, hafızaları da yıktı. Bir sabah uyandığımızda, bildiğimiz dünyanın artık var olmadığını fark ettik. O an, sadece kayıpları değil, geride kalanların da bir anlamda kaybolduğunu hissettim.
Senaryo yazım sürecinde, yaşadıklarım, gerçek gözlemlerim ve duyduklarım, bu anlatının temel taşlarını oluşturdu. Deprem sonrası Antakya’ya gidenler, yıkılmış bir şehrin ortasında, duvara yazılmış telefon numaralarına, enkaz başında oturup bekleyen insanlara ve kimsesizler mezarlığında bir taşın başında dua edenlere tanık oldu. İşte "Kayıp" tam da bu hikâyelerin bir toplamı.
Şemsettin’in bir enkazın önünde kömürle not bırakması, bir zamanlar gerçekten gördüğümüz şeylerden biri. İnsanlar, resmi kurumlara ulaşamadığında, çareyi duvarlara kayıplarının isimlerini yazmakta buldu.
Eylem’in adli tıp koridorlarında kaybolması, pek çok insanın yaşadığı çaresizliğin bir ifadesi. Kimi cenazesini aradı, kimi ise bir kaydı bile olmayan yakınlarının izini sürmeye çalıştı.
Benim için bu filmi yazmak, bir anıt dikmek gibiydi. Çünkü "Kayıp", sadece bir kurgu değil, gerçek hayattan süzülen acılar ve seslerle yazılmış bir ağıt.
Özetle Bu film bir misyon ile yola çıktı ve deprem sonrası Antakya’da yaşanan gelişmeleri ısrarla ‘normalleştirmeye’ çalışan bir anlayış ile mücadele etmeye çalışıyor. ‘olan oldu, önümüze bakalım’ anlayışı ile kabaca özetlenebilecek bir yaklaşım dayatılıyor aslında.
Antakya, tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, kültürel birikimi güçlü bir şehirdi. Ancak deprem sonrasında bir felakete dönüştü. Filmde bu yıkımı anlatırken şehrin ruhunu nasıl bağladınız? Eski Antakya ile yeni, yok olmuş Antakya arasındaki karşıtlığı nasıl işlediniz?
Antakya, sadece binalardan ibaret bir şehir değildi; bir hafıza, bir kimlik, bir anlatıydı. Deprem bu dokuyu yok etti ama hatıraları silemedi. "Kayıp" filminde, eski Antakya ile yeni, yok olmuş Antakya arasındaki karşıtlığı, hem görsel hem de anlatımsal öğelerle inşa etmeye çalıştık.
Öncelikle şehir artık fiziksel olarak yok ama ruhu karakterlerin içinde yaşıyor. Eylem’in Saray caddesinde yürüyüşü, aslında geçmişle........
© HalkTV
