DJ kabininde üç saat: Ibiza'da Cumartesi geceleri Bora Uzer'den sorulur
Bora Uzer nerede? Cumartesi gecesi, daha doğrusu Pazar’ın ilk saatlerinde 1:00’de Pacha’da buluşmak için sözleştik. Ama ben ulaşım problemlerinden dolayı epey geciktim. Sonra kapıda adımın VIP listesinde olduğunu, VIP bölümüne şortla girilemeyeceğini ama halkın arasına alabileceklerini söylediler. Halbuki kendimce bir gün önceden idmanlıydım. Bir gün önce pantolon giymiştim ve tost halinde insanlar dans etmeye çalışırken şort giyenlere özenmiştim.
Yeniden taksi bulma zorluğu, üzerimi değiştirip Pacha’ya geri dönüp Bora Uzer’i bulma çabam derken saat 2:00 oldu. Hiç kimse Uzer’in nerede olduğunu bilmiyor veya söylemiyor. “Sen tanıyorsun, sen ara işte,” diyor bir kadın. DJ kabininin dibine kadar ulaşıyorum, “Bora Uzer nerede?” diyorum. “3:00’te çıkacak,” diyorlar. Bir kulis var mı, bir yerde bekliyor mu, en azından geldiğimi haber verseniz gibi çaresiz çırpınışlarım bir yere varmıyor. Güya randevulaşmıştık.
Bora Uzer’den bir mesaj geliyor: “3:15’te oradayız.” İspanya’nın kendine özgü bir ritmi olduğunu biliyordum, Ibiza’nın da. Ama yine de birisiyle söyleşi için hiç sabaha karşı 1:00’de sözleşmemiştim. Bir randevu saati hiçbir zaman 3:15’e kaymamıştı. Ama Uzer’in de dediği gibi “bugünlerde en kıymetli şey zaman.”
Ve Uzer’in hiç zamanı yok. Kışları Tulum’da, yazları Ibiza’da, arada New York veya St. Tropez’de devamlı çalan bir DJ o. Gazino kültürü ve Yeşilçam kavgalarından bildiğimize göre kimin adının tepede yazıldığı çok önemlidir. Bora Uzer’in adı da Pacha’nın bütün adayı donatan afişlerinde en tepede yazılıyor, birlikte çalacağı Boy George veya Sophie Ellis-Bextor gibi isimlerin de üzerinde.
Ibiza elektronik müziğin Şampiyonlar Ligi’yse Pacha da bu adanın Real Madrid’i. Bora Uzer ise çelimsiz fiziği ve yedek kulübesindeki müzmin haliyle takımın tek Türk oyuncusu Arda Güler değil, basbayağı Jude Bellingham. Aynı benzetmeden ilerlersem: Kylian Mbappé de elbette 20 yıldır Pacha’da çalıp Ibiza’yı Ibiza yapan DJ’lerden Solumun. Pazar gecelerinin hakimi yıllardır Solumun. Cumartesi ise “Flower Power” partilerinin ev sahibi Uzer. Ve belki de bana hayatımın en büyük kötülüklerinden birini yaptı. Beni elektronik müziğin ayrıcalıklı dünyasına sokarak zehirledi.
2000’LERİN BAŞINDA KANGROOVE
Kendime yıllanmış bir “clubber” diyemem. Bu kelimenin icat ettiği yıllarda hafif hafif evime çekilmeye başlamıştım hatta. 20’li yaşlarımın başında herkes gece ne kadar dışarı çıktıysa belki onlardan daha fazla gezmişimdir. EDM, techno, house gibi elektronik müzik türleri yaygınlaşmaya başladığında hayatla ilgili sorumluluklarım artmaya başlamıştı. Rock müziğinin yavaş yavaş düşüşe geçmeye başladığı 2000’lerin ilk 10 yılındaki şimdi kısacık gibi görünen bir süreçten bahsediyorum.
90’lardan 2000’lere geçerken İstanbul’un bugünkünden çok farklı bir gece hayatı vardı. Bir kere oradan oraya yetişmekten uyumaya vakit yoktu. Sabahın ilk saatlerinde kapısında kuyruk olunan bir değil birkaç tane kulüp vardı. Nereye gidip kimi dinlediğiniz kişiliğinizi de belirliyordu adeta. Salı geceleri Mojo’da Circus’un sadık bir dinleyicisiydim mesela. Beyoğlu’nda Mojo gibi niceleri vardı, neredeyse her hafta yeni bir kulüp açılıyor ve yeni bir grup sahne alıyordu.
Asmalımescit’teki Babylon hepimizin hayatına bir şekilde dokundu. Daha önce duymadığımız gruplar burada sahne aldı, farkında olmadığımız müzik türlerini İstanbul dinleyicisine dinletti. Pek çok müzisyen için Babylon’da sahne almak bir mertebe, bir kalite tescil damgası demekti.
Böylesi bir ortamda sık sık yeni müzik grupları kuruluyor, isimlerini duyuruyor ve kendi kitlelerini oluşturuyordu.
Bora Uzer’in adını da 2000’lerin hemen başında İstanbul’da müziğin sesinin kısılmadığı yıllarda duymaya başladık. Ankaralı bir müzisyendi. Hal ve tavrıyla Jamiroquai’den fazlaca esinlenmişe benziyordu, sonraki yıllarda sesini kullanış şekli Justin Timberlake’le kıyaslandı.
Kim neye benzetirse benzetsin, Bora Uzer ve grubu Kangroove kesinlikle kendine özgü, yenilikçi ve alışılmadıktı.
Kangroove yazın çaldıkları Bodrum Mavi’de ya da Babylon sahnesinde kendi kitlesini oluşturmayı başardı. Festivallerde, yılbaşı partilerinde çalmaya başladılar. Albüm çıkardılar. Belli ki eğleniyorlardı da. Ama o yıllarda bile Türkiye sahnesinin Bora Uzer’e yetmediğini dikkatli bir çift göz hemen görebilirdi. Daha o yıllarda Londra’da Covent Garden’da kulüplerde çalmaya, prodüktörler de dinlemeye gelip keşfetmeye başlamıştı.
Onu Ankara’dan çıkaran, Rotterdam’da müzik eğitimine götüren, İstanbul gece hayatının önemli bir grubunun başına yerleştiren o güç, o motivasyon, o kendi kendine yetememe arzusu her neyse hikayeyi Kangroove’la sonlandırmayacaktı.
HAYATTA BİR KEZ GİDİLMELİ
Bora Uzer nihayet dediği gibi 3:00 civarı gibi Pacha’ya giriş yapıyor. Pacha’daki DJ kabini Solumun’un isteğiyle kulübün tam ortasına taşınmış. DJ çalarken önünde dans eden biletli kitleye bakıyor. Bazen bedeli onbinlerce Euro’yu bulan masa ve loca satın alan VIP’lerse DJ’in tam arkasındaki bölmede geceye katılıyor.
Halk ve VIP arasında keskin çizgi sadece şort yasağıyla sınırlı değil. Uçakta bir kere perdenin önüne geçmek gibi; sardalya tenekesi misali tıkış tıkış sığdırıldığınız ekonomi sınıfını bir an önce unutmak istiyorsunuz, bir daha o dünyaya dönmemeye yeminlisiniz.
Pacha her gün üç bin kişi ağırlıyor. Halk bölümünde bu üç bin kişi sadece dans etmiyor. Bir kısmı DJ kabininin önüne geçebilmek, kendisine alan açabilmek için epey bir mücadele veriyor. Herkesin bedeni birbirine değiyor, cebinden bir şey almaya çalışan kendi elinin bir başkasının pantolonunun içinde bulabiliyor.
Gördüğüm en kuvvetli klima sistemine sahip olabilir Pacha. Ama buna rağmen herkes terden sırılsıklam. Dansın tam ortasında birden bembeyaz ışıklar patlıyor, kocaman bir duman bombası atılıyor ve pompalanan soğuk hava bedenleri biraz daha hareket ettirecek enerjiyi veriyor. Belli bir aşamadan sonra bütün DJ set’leri bitmek bilmez upuzun bir şarkıyı andırıyor. Tek ama tek amaç biraz daha dans edebilmek.
Mekan zaten labirent gibi. Tuvalete gitmeye kalktığınızda kendinizi terasta bulabiliyorsunuz, bahçeye çıkmaya çalışırken dans eden bir arkadaş grubunun ortasına düşüveriyorsunuz. Bazı insanlar sadece kendileriyle ilgili, mekana sadece dans etmeye gelmişler. Bazı gruplar belli ki Ibiza’nın namını duymuş ve hayatlarının bu dönemecinde bırakacakları bir hatıra olsun istiyorlar. Enerjisinin bitip tükenmediği gençler kadar kafalarını arkadaşlarının omzuna rastlayıp ayakta durmakta zorlanan tek-tük yorgun bedenler de gördüm. Ama işte #YOLO.
Pacha bütün şöhretini hak ediyor. Ses sistemi, güvenlik, ışık düzeni, mekanın doldurulma ve boşaltılma hızı kusursuz. Ibiza’ya gidip de Pacha’yı görmemek Nevşehir’e uçup peribacalarını ziyaret etmeden dönmeye eşdeğer: En azından bir kere mutlaka yaşanması gereken bir tecrübe. Hatta çoğu insan için hayatlarında sadece bir kere yaşayabilecekleri bir tecrübe.
Bora Uzer gelir gelmez müdavim olduğunu tahmin ettiğim bazı VIP müşterilerle selamlaşıyor. Çoğu kişi........
© Habertürk
