menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Şimdiki zaman kaçkını öldü!

138 1
12.01.2025

Selim İleri için en güzel sözü Müjde Ar söylemiştir bence:

“Selim’in bir özelliği de herkese eşit oranda saygı duymasıdır.”

Herkesin kendi ölüsüne ağladığı bu zor zamanlarda; Selim İleri’nin ölümünün herkesi derinden üzmesinin sebebi budur.

Sol bir çevrenin içinde büyümüş, yazar olmuştu ama solcu değildi. Sağcı gazetelerde de yazmış, sağ cenahtan birçok dostu vardı ama sağcı da değildi. Sağcılığı, solculuğu bize yakıştırmıyordu çünkü. Kim sağcı kim solcu ayırt etmek zordu. Ona göre Dergâh Yayınlarının kurucusu İzzet Elverdi Bey’e “sağcı” denebilir miydi mesela? Veya İnci Enginün ve Zeynep Kerman’a… Bunlar da mı sağcıydı? Orhan Veli, Sait Faik birer “solcu” militan mıydılar? Peki Cemil Meriç, Kemal Tahir sağcı mı solcu muydu? Ya Halit Refiğ, İdris Küçükömer, Oğuz Atay? Şerif Mardin “solcu” muydu sahiden? Ya Ahmet Hamdi Tanpınar neydi?

*

Edebiyat dünyasında “sağcı solcu ayrımının” yıllar içinde derinleşmesinin suçlusu olarak Selim İleri daha çok “sağı” gösterir. Ona göre sağdaki kültür insanlarının en büyük suçu, ellilerden itibaren “kültürü sadece kültür olarak” görmemeleriydi. Ayrılık bu noktada başladı. Bu işin baş müsebbiplerinden birisi de ona göre ne yazık ki hiç tanışmadığı Necip Fazıl’dır. “Fikir alışverişi yerine karşılıklı suçlama” geleneğini belki o başlatmadı ama onu alevlendiren ve yangına körükle giden odur. Eğer bu “yangın” olmasaydı, belki de bugün biz birçok meseleyi bu kadar yakıcı tartışmaz, birbirimize bu kadar uzak olmazdık. (Burcu Aktaş, Peyami Safa, Cahit Sıtkı ilişkisini soruyor Selim İleri’ye. Cahit Sıtkı’nın şairliğini ilk ilan edenlerden birisidir Peyami Safa, ilk takdir edendir. Selim İleri’ye göre Peyami Safa, “Cahit Sıtkı hakkında üç yazı yazıyor. Birincisi ölümü üzerine, aralarının açılmış olduğunu ama değerli olduğunu söylüyor. Sonra bir milliyetçi okur nasıl översiniz komünisti diyerek Safa’yı eleştiriyor. Bunun üstüne Safa, pek o kadar övmeye değmezdi, milliyetçi dostum haklı, diyor. Üç gün sonra on para etmez bir adamdı, komünistlerin esiri olmuştu diye bir yazı daha yazıyor. Zavallı Cahit Sıtkı Bey.” Kimler vardı o masada, anekdot nerden kalmış aklımda hatırlayamadım şimdi. Ama bir muhabbet sırasında birkaç yazar dostu Cahit Sıtkı’nın bulunduğu bir masada başlıyorlar Peyami Safa’yı haşlamaya, Cahit Sıtkı ağlamaya başlıyor, “Bu kadar hırpalamayın, yetim büyümüştü o,” der oradakilere.)

Çok uzun bir süreden beri Selim İleri’nin deyimiyle “lanetledik” birbirimizi. Ona göre edebiyatımızın birçok “mustaribi” vardı. Düşündüğü bir şey de sağda olsun solda olsun bütün bu “mustaripleri” birer kahraman olarak bir romanda bir araya getirmekti. Kimler miydi onlar? “Nihal Atsız, Nazım Hikmet, Peyami Safa, Nahid Sırrı, Mehmet Akif, Suat Derviş, Necip Fazıl, Cemil Meriç, Sabahattin Ali, Afife Jale, Fikret Mualla, Beşir Fuat, Seher Şeniz, Suphi Kaner ve son yıllara doğru birçok adsız sansız gencecik insan.”

Yine Burcu Aktaş’a anlatmıştı (Selim İleri-Burcu Aktaş, "Düşüşten Sonra", Everest Yayınları). Ona göre Türkiye’de kimse kimseyi sevmiyor artık. Teğet geçiyoruz birbirimize. Birbirimizi sevdiğimizi zannediyoruz o kadar. Bir kuşku toplumu olup çıkmışız. Böyle bir toplumda da insanların birbirini sevmesi mümkün değildir. Oysa çok sevdiği ve hep olmak istediği ama olamadığı Sait Faik, “Her şey bir insanı sevmekle” başlar demişti bir hikayesinde. Bırakın sevmeyi şimdilerde her birimiz bir diğerini satmaya hazırız. Bu yüzden de bize bol bol Bertolt Brecht’i okumamızı tavsiye etmişti. Brecht’in bir oyununu hatırlatır; faşizm, Hitler zamanlarında geçen bir oyununu...

Bir çocuk çikolata almaya çıkar evden, bir türlü dönmez, annesi babası önce merak eder evlatlarını, başına bir şey mi geldi diye endişelenirler. Sonra içlerine bir kuşku düşer. “Evde, onun yanında ne çok şey konuştuk, sakın gidip bizi gammazlamış olmasın” derler birbirlerine. Uzun uzun hasbihal ederler, en sonunda çocuklarından nefret edecek noktaya gelirler, tam onu öldürmeyi planlarlarken çocuk elinde çikolatayla girer içeri.

Türkiye’nin bu noktaya gelmesinin sebebi ona göre sağcılıkla solculukla alakalı bir mesele değil, kutuplaşma dedikleri şey de değil; “sağduyuyu toptan yitirmekle” alakalı bir şeydir yaşadığımız şey.

Bu yüzden Müjde Ar’ın tespiti çok yerindedir. Selim İleri’nin ölümüyle birlikte, “herkese eşit oranda saygı duyan” insan nesli tükendi neredeyse. Unutmayalım, başkasına saygı gösteren, aynı zamanda en merhametli olanımızdır.

*

Ölürken de yüzündeki o “çocuksu ifade” hiç eksilmedi. Cemal Süreya “Günler”deki “416. Gün”de ona dair şunları yazmıştı:

“Milliyet Yayınevi’nde Selim İleri’yle konuşuyoruz.

Küçük bir çocuk olarak düşünürüm hep Selim’i.

Onu ilk gördüğüm gün… Yazar olacağı belliydi. Yüzünden belliydi. Yüzünden belli olur mu? Bazen olur.

Baştan beri saygım vardır Selim’e.”

Onun vefatıyla birlikte zalim hayatın yüzünde arada bir beliren bir “merhamet halesi” daha eksildi, şimdi biraz daha asabiyiz.

*

İnsanı yetiştiği kültürel ortam biçimlendiriyorsa eğer,........

© Habertürk


Get it on Google Play