menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Beatrice'nin gülümsemesinden doğan dil

65 0
17.09.2025

Tarihte, mekân değiştirmiş ilk insan Adem’dir. O da kendi isteğiyle değil. Kendisine “yapma” denilen bir şeyi yaptı ve kovuldu cennetten.

Mekân değiştirmenin bir bedeli vardır. Adem’in ödediği bedel çok ağır oldu ama. O bedel ondan biz çocuklarına miras kaldı. O ağır yükü Adem alıp biz zürriyetinin sıska, cılız omuzlarına bıraktı. O günden bugüne o ağır yükün altında debelenip duruyoruz. Kimimiz kaderine razı; olup biten her şeyde bir hayır var deyip o cefayı sabırla çekiyor, kimimiz de o ağır yükün altından kalkmak için olmadık çareler arıyor, hileye hurdaya başvuruyor, yalana dolana müracaat ediyor, bulduğu ilk fırsatta o yükten kaçarak daha kolay bir hayat bulmanın yolunu arıyor. Arayış asırlardan beri sürüyor, daha ne kadar sürecek hiç kimse bilmiyor.

Faslı yazar Abdelfattah Kilito, “Bütün Dilleri Konuşuyorum Ama Arapça Olarak” (Everest Yayınları) adlı deneme kitabında, El-Maarrî’nin öbür dünyayı tasvir eden “Risaletü’l-Gufrân” adlı kitabının bir bölümünü -ki bazılarına göre bu risale Dante’nin meşhur “İlahi Komedya”sına kaynaklık etmiş-, ilk insanın konuştuğu dile ayırdığını anlatır. Alime göre Adem, cennette dilsiz değildi, Havva’yla Arapça konuşuyorlardı. (Dante’ye göre ise Adem’in konuştuğu dil, Babil Kulesi’nin yıkılmasından sonra insanlar arasında yayılan dillerden farklı, ilahi bir dildir. Bu dil, onun cennetteyken konuştuğu ve cennetten kovulduktan sonra da kendisinde kalan tek dildir. “İlahi Komedya”nın “Cennet” bölümünün 26. Kantosunda Adem, kendi dilinin sonsuz olmadığını, çünkü hiçbir şeyin insan aklı tarafından ebedi kılınamayacağını açıklar.)

Adem ile Havva, “sakın ilişmeyin” denilen yasak meyveye, yılan kılığına girmiş Mel’un’a uyarak “ilişiverdiler”. Kıyamet koptu! (Dante’ye göre Adem’in cennetten kovulmasının nedeni yasak meyveyi yemesi değil, bu meyveyi yemekle Tanrı’nın insan için koymuş olduğu sınırı bilinçli olarak ihlal etmesiydi.) Bir anda kendilerini kurak rüzgarların estiği, “havası hava değil, suyu su değil” yeryüzü denilen bir tuhaf yerde buldular. Üstelik ikisi ayrı ayrı yerlerde… Birbirlerinden fersah fersah uzakta…

Adem, yeryüzünde bırakıldığı bugünkü Hindistan’da bir yerde gözlerini açıp etrafa baktığında bir şeyler söylemek istedi ama dili dönmedi. O zamana kadar bildiği dil olan Arapçayı tamamen unutmuştu. Yepyeni bir dilin ona da yabancı gelen kelimeleri döküldü ağzından. El-Maarrî’nin risalesinde yazdığına göre o yeni dili Süryaniceydi, vefatından sonra cennete gidince tekrar Arapçaya döndü; Dante’ye göre ise Adem’in dili Aramiceydi.

Bir sürgün için her mekân değişimi bir dilin kaybı, başka bir dilin kazanımıdır amenna ama Allah neden Adem’e anadili olan Arapçayı veya “ilahi dili” unutturmuştu? “Anadilin unutulması, Allah’ın verdiği en büyük cezadır,” da ondan. Yabancı bir mekânda anadilinden yoksun kalan, ilk anda kendini dilsiz sanır. Ürkekleşir, etrafına tuhaf tuhaf bakar, konuşulan hiçbir şeye hiçbir anlam veremez, çevresindekilerin ağzından çıkan kelimelerin manası yok, her şey bir uğultu olur, insanlar birbirleriyle konuşurken neden gülüp neden kızdıklarını anlamaz, konuşulan her şeyi çok mühim şeyler sanır, bilmediği dili konuşanların onun hakkında kötü konuştukları duygusuna kapılır, ezilmiş hisseder kendini, içi üşür, sıkıntısını tuhaf bir gülümsemeyle ele verir, mahcuptur, suç işlemiş gibi orada durur, çaresizdir, ürkek bir kuş yavrusu gibi tuhaf tuhaf bakar etrafa, kendini boş bir çuval sanır, durup dururken bir ıslık çalmak gelir içinden.

Anadilinden yoksun kalan bir insanın en büyük korkusu kendini unutma korkusudur. Zira mekân değişikliğinde bizim için en büyük tehlike anadilimizi unutma tehlikesidir. Anadilimizi unuttuğumuz anda da biz artık eski biz değil, başka birisiyizdir. Mekân değiştirip bir yerden yaban bir diyara gitmek zorunda kalan bütün sürgünlerin ister gönüllü olsun ister mecburi ama bütün sürgünlerin göze aldığı şey budur. Hazreti Adem’in başına gelen onların da başına gelir, o yabancı diyarda, o “ekmeği tuzlu” yaban ellerde ana dilleriyle bağı kesilir, çoğu unutur onu. Bu “unutma” da içinde cılk bir yara gibi hep canlı kalır, onun acısıyla da sağa sola savrulur.

Sürgünü bir kazanına dönüştürmüş çok sayıda yazar vardır dünya edebiyatında. Ama bunlardan birisi var ki tek başına yeni bir dil yaratmış ilk insandır; o zamana kadar yazılı tek kaynağı bulunmayan yerel bir lehçeyi alıp başlı başına bir dil haline getirdi. Üstelik bunu tek bir kitapla yaptı; o yazarın adı Dante Alighieri, kitabının adı da “İlahi Komedya”dır.

İsa’dan Önce Birinci Asır’dan itibaren, beş altı asır boyunca, ta Rönesans’a kadar tekmil Avrupa’da tek bir dil var; İtalyanların kıta Avrupa’sına yaydıkları Latincedir o dil. Kuşkusuz çeşitli yerlerde kendi yerel dilleriyle konuşan topluluklar var ama asırlar boyunca her yede bilimin ve edebiyatın dili sadece Latincedir. Latince okuyup yazmayan, konuşmayan herkes Umberto Eco’nun demesiyle, “barbardı, yani kelimenin etimolojik kökeni açısından bar bar bar sesleriyle bir şeyler geveleyip duran”........

© Habertürk