menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Asil Ruhlar Şatosu'nun sakinleri

97 3
sunday

Cahit Sıtkı Tarancı’nın; Türk edebiyatının kült şiirlerinden birisi olan “Otuz Beş Yaş” şiiri; “Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder/Dante gibi ortasındayız ömrün” dizeleriyle başlar.

Hemen hemen hepimizin bildiği, okul kitaplarında yer alan, şairinden de meşhur bu şiir, ister istemez herkesi “Dante”ye götürür. Şiirde adı geçen Dante kimdir sahiden? Bütün dünyanın bildiği büyük İtalyan şairi Dante’nin adını Türkiye’de duymayanlar da Cahit Sıtkı’nın bu dizleriyle duymuşlardır muhakkak. (Lisedeyken Dante denilen bir şairden bihaber bir arkadaşım, şiirdeki “Dante”nin “dantel” olması gerektiğinde ısrarcıydı, dantel, ince örülmüş bir ağ ya, şairin ömrü dantele benzettiğini söylüyordu inatla.)

Peki, Cahit Sıtkı Tarancı, “otuz beş yaşı” neden Dante ile ilişkilendirir? Sebebi, Dante’nin dünya durdukça varlığını hep muhafaza edecek olan kitabı “İlahi Komedya”nın giriş dizelerinde gizli. Üç ciltlik “Komedya”nın birinci cildi olan “Cehennem”in Birinci Kantosu, Hayat yolumuzun ortasında/Karanlık bir ormanda buldum kendimi/çünkü doğru yol kaybolmuştu” dizeleriyle başlar. Kitabın çevirmeni Rekin Teksoy’un verdiği bilgidir; Dante’ye göre insan hayatı, en yüksek noktası 35 yaş olan bir yay çizer. Dante, 1265 yılında doğmuş. Kitabını yazmaya 1307 yılında başlamış. Ancak, kitabı yazmadan yedi sene evvel 1300 yılında Papa 8. Bonifazio’nun düzenlediği “jübile” yılına katılmak üzere Roma’ya gitmiş. O geziye katıldığında, Dante 35 yaşındadır. Bu yüzden de kitabındaki “düşsel yolculuğu” o yaşında başlatır. (Ha bu arada Dante 56 yaşında, Cahit Sıtkı da 46 yaşında ölmüş.)

Hayat yolunun ortasında, “düşsel yolculuk” başlar başlamaz şair kendini “balta girmemiş, sarp, güçlü”, “karanlık bir ormanda” bulur. O ormana nasıl dalmış bilmiyor, külçe ağırlığında bir uyku bastırmış ve kendini o sık ormanda bulmuştur bir anda. Ormanda yolunu ararken tuhaf şeylerle karşılaşır, yokuşlar çıkar, yol vermez geçitlerden geçer, tüyleri benekli bir pars çıkar karşısına sonra, “başı havada, açlıktan kudurmuş gibi” bir aslan gelir üstüne arkasından, sonra “cılızlığı bin bir istek dolu dişi bir kurt” görür; çıktığı yokuştan inerken “gözlerinin önünde” aniden bir insan belirir, ondan da korkar, “acı bana” diye yalvarır, yabancı sakinleştirir onu, kendinden bahseder ona, şair olduğunu, “Troya’dan dönen Ankhises’in doğrucu oğlu Aeneas’a şiirler yazdığını” söyleyince Dante hemen tanır onu, “Yoksa sen, konuşunca ağzından ırmaklar çağlayan Vergilius musun?” diye sorar sevinçle. Evet, gökte aradığını bu karanlık ormanda bulmuştur, zira Vergilius onun her şeyidir, “yazdıklarıyla peşinden koşturmuş, emeğini, sevgisini coşturmuş”, gelmiş geçmiş “bütün şairlerin onuru, önderi, ustası, kalemidir.” O andan itibaren Vergilius rehberi olur Dante’nin, “iyiliğin için peşimden gel, izle beni, rehberin olacağım, buradan alıp, öncesi ve sonrası olmayan bir yere götüreceğim seni” der, Dante şairin peşine takılır ve Cehenneme doğru uzun bir yolculuğa çıkarlar.

“Mektepten memlekete” dönmüş Yahya Kemal ile tilmizi Ahmet Hamdi Tanpınar’ın; yirminci asrın başında, savaşlardan, yangınlardan, muhacirlerden, yıkılmakta olan koca imparatorluğun dertlerinden yorgun düşmüş İstanbul’un harabe semtlerinde hüzün içinde uzun yolculuklara çıkmaları gibi; koca şair Vergilius ile tilmizi Dante de öyle “sarp” ve “çetin” bir yolculuğa çıkarlar öteki dünyada. Dante kendini Beatrice’yi sevdiği için “sürüden ayrılmış insan” olarak görür, Birlikte varırlar, üzerinde “Buradan gidilir acılar kentine/(…)/İçeri girenler, dışarıda bırakır her umudu” yazan cehennemin büyük kapısının önüne. Vergilius, tilmizinin elinden tutar, gülümseyerek onu yüreklendirir ve birlikte dalarlar gizler alemine. Vardıkları yer bir uçurumdur. Uçurumun dibi yok, karanlıktır, derindir, kesif bir sisle kaplıdır bir de. Ustası tilmizine, “Ben önden gideceğim, arkamdan sen, ineceğiz karanlıklar dünyasına.” Birlikte yürüyerek “uçurumun çevrelediği ilk daireye” girerler. Burada hıçkırıklar kesilir, Dante’nin kulaklarına sadece “iç çekişler” dolar. “Çocuklu, kadınlı, erkekli kalabalık kümelerin işkence görmeden çektikleri acının sesidir” kulaklarına gelen bu ses.

Sonrasını Borges, “Dantevari Denemeler” (İletişim Yayınları) kitabında benden çok daha güzel anlatır:

“Uçuru­mun ilk dairesine girince Vergilius'un yüzü sapsarı kesilir. Dante şairin yüzünün korkudan sarardığını düşünür. Ver­gilius duygulanmasının nedeninin acıma olduğunu, kendi­nin de cezalandıranlardan biri olduğunu söyler. Dante, Vergilius'un sözlerinin üzerin­de uyandırdığı dehşeti belli etmemek için, ya da merhamet duygularını göstermek için, birbiri ardından saygı sözleri sıralar: ‘Ustam, efendim söyle bana’. İç çekmeler, acı dolu sessiz iç çekmeler, hava­yı titretir; Vergilius Hıristiyanlıktan önce ölenlerin Cehen­nemine geldiklerini anlatır” ona.

Ustası anlatmaya devam eder. Burada karşılarına çıkacak ruhlar günahkâr değildir, hepsi erdemlidir ama erdemli olmak yetmemiş onlara, hepsi Hıristiyanlıktan önce yaşadığı için vaftizden yoksun kalmışlar, Tanrı’ya gerektiği gibi tapınmamışlar, Vergilius da onlardan biridir. Hepsi kayıp ruhtur, başka bir suçtan........

© Habertürk