"Kuş": Bir büyüme hikâyesi
Dünya prömiyerini geçtiğimiz Cannes Film Festivali’nde yapan “Kuş” (Bird), maddi açıdan çok az şeye sahip olan, gelir dağılımı açısından toplumun alt kesimlerinde yer alan insanların dünyasına götürüyor bizi. Ama yoksulluk ve ekonomik sıkıntılar üzerine bir film olduğunu söylemek doğru olmaz. Tüm zorluklara, engellere rağmen ayakta kalmaya çalışmanın ve hem ruhsal hem fiziksel anlamda direnmenin filmi gibi geliyor bana daha çok.
“Kuş”u yazıp yöneten İngiliz sinemacı Andrea Arnold, “American Honey”de (2016) olduğu gibi nadiren sabitlenen el kamerasıyla yarı belgesel yaklaşımı benimsiyor yine. Sık sık genel planlara geçerek olayların geçtiği çevreyi iyi işlenmiş arka planlarla filmin içine dahil ediyor ama karakterleri çoğunlukla yakından sallanan bir kamerayla takip ediyor. Açılış sekansında baba ile kızı scooter üstünde gösteren sahne, filmdeki mobil kamera kullanımının en iyi örneklerinden biri ve Arnold, bu sahnede nerdeyse bir aksiyon duygusuna ulaşıyor.
Arnold, “Kuş”ta usta görüntü yönetmeni İrlandalı Robbie Ryan ile dijital öncesi bağımsız sinemacıların favorisi olan 16mm film formatını tercih ediyor. İlk çıktığında, habercilerin, belgeselcilerin hafifliği ve ele, omuza kolay oturması nedeniyle hemen benimsediği 16mm kameraların, 1960’lardan itibaren gerçekçi belgesel estetiğini, doğal ışığı tercih eden birçok sinemacı tarafından sık sık kullanıldığını biliyoruz. Burada da aynı mantıkla kullanılıyor.
Arnold ve Robbie Ryan, Super 16 formatı ve 21. Yüzyıl sinemasının ihtiyaçları için 2006’da geliştirilen, yeni lenslerle uyumlu Arriflex 416 ile çekmişler “Kuş”u. Kadraj ölçüsü olarak 1.66:1’i tercih ediyorlar.
Montaja baktığımızda klasik film dekupajı kurallarına uymayan, yani alışageldiğimizin dışında düzensiz ve aritmik kesmelerle ilerleyen bir yaklaşım görüyoruz. 1990’lı yıllardan bu yana sıkça karşımıza gelen ve gerçekçilik duygusunu hedefleyen bu sinema anlayışı, aslında akılda kalıcı imgeler ve resimler peşinde koşmaz. Ama Arnold, filminin duygusunu imgelerle vermek isteyen bir yönetmen… Sözgelimi, film boyunca sık sık gördüğümüz kuşların, filmin ana karakteri Bailey’nin (Nykiya Adams) daha iyi bir hayata olan özlemini yansıttığı söylenebilir. Açılış sahnesi dahil birkaç kez karşımıza çıkan demir parmaklıklar ise Bailey’nin sıkışıp kaldığı hayatı simgeliyor. Cam yüzeyinde takılı kalan sinekler için de aynısını söylemek olası.
Arnold, İngiltere’nin güneyindeki sahil kentlerinde çektiği “Kuş”ta denizi filmin görselliğinin bir parçası haline getiriyor. Filmin en güçlü imgesi ise hiçbir şey yapmadan çatıda bekleyen Bird (Franz Rogowski) karakteri kuşkusuz. İntihar ile uçmak, özgürlük ile ölüm arasında bir yerde duruyor; hayata uzaktan kuş misali bakıyor. Bird’ün çatıya çıktığı sahnelerde onu sadece Bailey görüyor sanki… Öyle ki, Bailey’nin zihnindeki bir imge olup olmadığından kuşkulanıyoruz. Bird, kuşkusuz gerçek bir karakter ama Bailey’nin bilinçdışındaki özgürlük özlemini veya öteki benliğini yansıttığını düşünüyorum.
Gerçekçi filmleriyle tanınan Andrea Arnold, “Kuş”ta belirli ölçülerde fantastik öğelere yer veriyor. Sonlara doğru gerçekçilikten vazgeçilmesi, kuşkusuz bazı seyircileri rahatsız edebilir; ama bu fantastik dokunuş, filmin bütününde bence anlamlı bir yerde duruyor ve hedefine ulaşıyor. Arnold’un, finalde yorumu seyirciye bırakarak ve fantastik öğeleri fazla........
© Habertürk
![](https://cgsyufnvda.cloudimg.io/https://qoshe.com/img/icon/go.png)
![](https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/3/3c/Download_on_the_App_Store_Badge.svg/203px-Download_on_the_App_Store_Badge.svg.png)
![Get it on Google Play](https://cgsyufnvda.cloudimg.io/https://qoshe.com/img/icon/google.play.220.png)