menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Yeni tanrılar

14 0
05.07.2025

Böylece inançtan çok, itaat doğdu. Tanrı inşa etmek yalnızca metafizik bir sapma değil, aynı zamanda sosyopolitik bir kontrol stratejisidir.

Bugün bir kişiyi alkışlarla karşılayıp eleştireni “hain” ilan ediyorsak, orada artık tanrılaşmış bir figür vardır. Bir düşünceyi sorgusuz savunuyor, ona itiraz edeni aforoz ediyorsak, ortada artık bir fikir değil, bir mezhep vardır. Ve tam da bu noktada sorun başlar. Çünkü tanrılaşan her şey önce dokunulmaz, sonra hesapsız hâle gelir. Dokunulmazlık sorgulanamazlıktan; sorgulanamazlık da zamanla korkudan beslenir. Korkunun hüküm sürdüğü yerdeyse özgür düşünce değil, sadakat yaşar.

Firavunlar kendilerini tanrı ilan ettiklerinde halk itaat etti. Çünkü gökyüzüne bakanlar sarayın çatısını kutsal sandılar. Güneş firavunun alnına vurdukça “ilahi nur” sanıldı. Oysa her hanedan değişiminde mezara gömülenler yalnızca insanlar değil, inşa edilmiş tanrılardı. Firavunların kutsallığı yalnızca Tanrı’yla değil, vergiyle, zorla, yıldırmayla inşa edilmişti.

Antik Mezopotamya’da tanrı-kral figürü yalnızca maneviyat değil; aynı zamanda vergi, savaş, ceza ve sürgün gücüydü. Gılgamış ölümsüzlüğü ararken aslında iktidarını efsaneleştiriyordu. Çünkü tanrı olmak, ölüm korkusunu halka taşıyarak yeryüzünde mutlaklık taslamanın bir yoluydu. Kraldan korkmayan halk tanrıdan korkacaktı. Ve korku varsa, sorgu yoktu.

Roma’da Sezar öldüğünde ardılları onun tanrısallığını ilan etti. Çünkü siyasi meşruiyetin kaynağını halktan alamayanlar gökten almak zorundaydı. Tanrıya yaklaştıkça hesap vermek zorunluluğu ortadan kalkıyordu. Sezar’ın kutsanması aslında yurttaşın suskunluğunun tapulaştırılmasıydı. İmparatorun suratı madeni paralara kazındı ama yurttaşın sesi duvarlardan silindi.

Orta Çağ’da Katolik Kilisesi, Tanrı adına hüküm verirken aslında insanı Tanrı’nın yerine koydu. Bu, dinin en güçlü döneminde yaşadığı en büyük sapmaydı. Papalık göğün temsilcisi değil, yeryüzünün efendisiydi. İnançla iktidar kol kola yürürken her itiraz sapkınlık, her sorgulama lanet sayıldı. Kutsallık artık ruhun değil, kurumun tekelindeydi. Ve kurumlar sorgulanmazsa Tanrı değil, tanrıcılık başlar.

Modern çağda ise tanrılar yer değiştirdi. Bu kez gökyüzünden inmedi, kürsülere çıktı. Bu kez ayetlerle değil, nutuklarla konuştu. Hitler yalnızca bir diktatör değil, kültle beslenmiş bir kurtarıcıydı. Almanya’nın kaybını, gururunu, öfkesini ve intikamını taşıyan bir “Yüce Ruh”tu. Ama unutuldu: Ruhlar yüceltildikçe halklar bedel öder. Ve o bedel mahkeme salonlarında değil; fırınlarda, kamplarda, sokaklarda ödendi.

Stalin halkın “babası”ydı; ama baba artık yargı dağıtan, gözetleyen, cezalandıran bir tanrıydı. İtiraz eden oğul yoktu. Sadece sessiz, titreyen, alkışlayan çocuklar vardı. Çünkü Sovyet ideolojisi Tanrı’nın yerini bilimle, partiyle, halk adına hükmeden bir dogmayla doldurmuştu. Her şey halk adınaydı ama hiçbir şey halka ait değildi.

Mao’ya dokunmanın “devrime ihanet” sayıldığı Çin artık bir fikir değil, bir inanç sistemiydi. Kültürel Devrim, tapınmanın devlet eliyle yürütüldüğü bir tür seküler kıyamet oldu. Kırmızı Kitap, ilahi kitap gibi taşındı. Ve bu inanç milyonların hayatına mal oldu. İnanç sorgulanmadığında katliamlar haklılaşır. Çünkü tanrılar hata yapmaz. Ve lider tanrıysa, halkın ölümü ilahi plan sayılır.

Bu örnekler yalnızca siyasi rejimleri değil, seküler dinlerin yükselişini gösterir. Modern çağda Tanrı gökte değil, ekranda, meydanda, kürsüde, oy pusulasında aranır oldu. Ve her biri, insan eliyle inşa edilen tanrıların halkı nasıl körleştirdiğini belgeledi.

Dua eden kalmadı ama alkışlayanlar, put dikenler, aforoz edenler çoğaldı. İnanç suskunluğa, suskunluk itaate, itaat de sorgusuz bir hayranlığa dönüştü. Ve her alkış biraz daha düşünceyi boğdu.

Çünkü bir lidere dua edilmez. Ama eğer onun karşısında sadece alkışlanıyorsa, orada artık siyaset yoktur. Tapınak vardır. Ve tanrı yapmanın bedeli, gerçeğin kurban edilmesidir.

Neden yaparız bunu?
Neden bir insana, bir fikre, bir yapıya bu denli sorgusuz bağlılık gösteririz?

Çünkü insan aklı boşluk sevmez; toplumsal akıl ise belirsizliğe hiç tahammül etmez. Sistem çöktüğünde, ekonomi sarsıldığında, kurumlar güven vermez hâle geldiğinde insanlar bir düzen arar. Ve düzen, çoğu zaman gerçekten değil, duygudan inşa edilir. Halk yıkıntılar arasında gezerken mantık aramaz, kurtarıcı ister.

Ekonomik kriz varsa, güvenlik tehdidi varsa, kimlik erozyonu yaşanıyorsa insanlar önce birilerini suçlar, sonra birine sarılır. Ve bu kişi ister bir lider, ister bir parti, ister bir ideoloji olsun — o artık tanrısal hâle gelir. Çünkü umut ne kadar çaresizse, figür o kadar kutsal olur. Kurtarıcıya duyulan inanç........

© Haberton