menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Kadın ve çocuğun yok sayıldığı ülke

15 0
26.07.2025

Hele ki ölen, bir kadınsa yahut çocuksa… O zaman isimleri mezar taşına bile yazılmaz, gazetede yer bulmaz, haberde flulaştırılır, istatistiklere üç haneli rakamlar olarak düşer, sonra silinir. Sessiz sedasız. Kimsesiz. Bir bakmışsınız “kocası tarafından öldürülen kadın” olmuş, “töre cinayetinde katledilen kız çocuğu” olmuş. Adı yok, yüzü yok, hikâyesi yok. Peki bu kimin suçu? Yalnızca faili meçhul adamın mı, yoksa hepimizin mi?

Bu ülkede cinayet yalnızca fiziksel ölümle işlenmez. Kadınların ve çocukların ruhu yıllar boyu boğularak öldürülür. Adım adım, doz doz, her gün biraz daha… Her gün evin içinde, okulda, sokakta, karakolda, hastanede. Hükümetin eliyle, ailenin terbiyesiyle, toplumun göz yummasıyla. Ve sonra biri çıkar, çekip tetiği çeker, bıçağı saplar, çocuğu yakar ya da kadını intihara sürükler. Haber olur ama hikâye olmaz. İsim yoksa hikâye de yoktur çünkü. Geçen yıl “417 kadın öldürüldü” denildi. Bu yıl “235 çocuk istismara uğradı” haberi yapıldı. Ama kimdi bu kadınlar, kimdi bu çocuklar? İsimlerini bilen var mı? Yaşadıkları mahalle, okul, komşuları, hikâyeleri? Yok. Çünkü bu ülke, ölenin değil, öldürenin ismini hatırlamayı seçer. Failin adı ilk günden manşetlerde. “Sürekli kıskanıyordu”, “dengesizdi”, “madde bağımlısıydı”, “töreye uymadı”, “namus temizlendi”… Sanki cinayet değil de doğa olayı.

Her şiddet, her ölüm bu ülkede kültürel makyajla parlatılır. Doğu Anadolu’nun dağ köylerinde, çocuk yaşta evlendirilen kızlar, erkek çocuklar tarafından dövülen kadınlar, “namus” adı altında diri diri toprağa gömülen gençler… Sorsan “töre” derler, “bize has” derler, “birliği koruyoruz” derler. Hangi birlik? Kadını mal sayan, çocuğu mülk sayan, hakkı yok sayan bir birlikse, ben o birliğe aidiyet duymuyorum.

Bugün Doğu Anadolu’da hala kız çocukları okula gönderilmiyor, küçük yaşta nişanlanıyor, reşit olmadan analık ediliyor, hayatları doğmadan mühürleniyor. Erkek çocuklar ise birer küçük zalim olarak yetiştiriliyor. Kendi annesini döven babayı izleyerek büyüyen çocuk, neyin doğru, neyin adaletli olduğuna nasıl karar versin? Bu çocuk büyüyüp genç adam olduğunda, o da döver, o da öldürür, o da “namusumu temizledim” der. Çünkü toplum onu alkışlar. Ve sistem sessiz kalır.

Burada sistemin suçu, yalnızca yasal düzenleme eksikliği değildir. Sorun daha derin, daha gözenekli. Çünkü sistem sadece adalet dağıtmaz, aynı zamanda kimlik inşa eder. Bu ülke, yıllarca kadını “ana” diye kutsayıp eve hapsetti. Kadını birey değil, fonksiyon olarak gördü. “Sen analık için varsın” dedi. “Senin yerin evin içi” dedi. Törenin, mahallenin, ailenin, babanın, kocanın ittifak ettiği tek konu buydu: Kadın susmalıydı. Çocuklar da öğrenmeliydi susmayı.

Bugün Türkiye’de en çok kaybolan, en çok yakılan, en çok yok sayılan şey kadınlar ve çocuklardır. Her 10 haberde bir çocuk istismarı, her 5 haberde bir kadın cinayeti var. Ama aynı haberi üç gün sonra hatırlayan yok. Bu unutkanlık da planlıdır. Çünkü toplum bir kadının adını öğrenirse, onunla özdeşleşir. Acısını duyar, sorumluluk hisseder. O yüzden medya ilk günden flulaştırır. Kimi zaman, ölenin hatalı olduğu bile ima edilir. “Gece dışardaydı.” “Mini etek giymişti.” “Kocasını aldattı.” “Telefonuna mesaj gelmişti.” Failin savunması haberde yer bulur, maktulün hayatı sorgulanır. Bu ülkede öldürülmek bile itibarsızlaşmak anlamına gelir.

Toplumu öldüren yalnızca birey değil. Aile de suç........

© Haberton