Cihangir
Anadolu yakasından Beşiktaş’a vapurla gelirseniz Mimar Sinan Üniversitesi Fındıklı Merkez Kampüsünün hemen üstünde iki minareli bir caminin uzandığını fark edersiniz.
Yakından görmek ya da bulunduğu yerden İstanbul’u seyretmek için Fındıklı sahilinden kuzeye doğru yükselen dik yokuşu tırmanmanız gerekir.
Yokuşun ortalarındaki bir düzlüğe çıktığınızda apartmanların arasında sıkışıp kalmış zarif bir yapı karşılar sizi… Avlusu seyirlik teras gibidir. Tarihi Yarımada’dan Çengelköy’e kadar uzanan muazzam bir panorama ufuklar boyunca uzayıp gider.
Bu mabet, Cihangir Camiidir…
Bahçesindeki ağaçlardan birine yaslanır, manzarasına kendinizi bırakır, esen rüzgâra kulağınızı verirseniz; 16. Yüzyıl payitahtının haşmetli dünyasında yaşanan bir dramı dinler gibi olursunuz.
Dünyanın en güçlü imparatorluğunun en kudretli zamanında yaşayan bahtsız bir şehzadenin dramıdır bu…
……..................
Cihangir, Kanuni Sultan Süleyman’ın son erkek evladıydı.
Gözbebeğiydi.
Merhamet ve rikkat duygularını ayağa kaldıran ciğerparesiydi.
En sevdiği, üzerine en çok titrediği küçük şehzadesiydi.
Sebebi, belki de kambur olarak doğmasıydı…
Zayıf, güçsüz ve hastalıklı olmasıydı.
Güç ve kudretin geçer akçe olduğu bir dünyaya bunlardan mahrum olarak gelmesiydi.
Ne kavga edebilir, ne iktidar yarışına girebilir, ne padişah olabilirdi.
Üstelik bunu sağlamaya Sultan Süleyman’ın bile gücü yetmezdi.
Dünyanın en kudretli insanı olarak sınırsız olduğunu zannettiği gücünün hükümsüz olduğunu........
© Haber7
