Zafer mi Hezimet mi?
Canlı şahidi olduğumuz olayların ayrıntılarını çok iyi bilme imkanımız olmasına rağmen paradoksal olarak olayların mahiyetlerini bütün keyfiyeti ile değerlendirme güçlüğünün olduğu bir gerçektir. Özellikle insanın kendi varlık ve bekası gibi devletin varlık ve bekasının da en uçtaki iki hali olan muzaffer veya münhezim olmak meselesi bazen asırlar sonra çözülebilen bir müşkile (Sorunsal- TDK) dönüşmektedir. Burada gerçeğe ulaşmayı engelleyen çok sayıda faktör söz konusudur. En başta, insanın özellikle de kudrete ulaşmış insanların gerçeği kendi ego ve kibri ile tanımlama gayreti gelmektedir. Özellikle insanlarda olduğu gibi devletlerde de var olan telafi mekanizmalarıdır. Özellikle büyük mağlubiyetler yaşadığı halde bunu kabullenemeyen insanlar yaşananları başka türlü tevil etmek istemektedirler. Devlet yapılarındaki telafi mekanizmaları ise daha güçlü çalışmaktadırlar. Zira bu alanda artık güçlü mekanizmalar söz konusudur. Bu mekanizmalar devlet bağımsız, karar verici vasfını kaybedince değil; ancak devlet ortadan kalktıktan sonra etkilerini yitirirler. Hakkaniyetli tarihçiler asıl tespiti ve hükmü inşa ettikten ve yazdıktan sonra hakikat anlaşılır.
Batu Han (1227-1255) Cuci Han’ın ardıllarına da bağlılık bildirmeye ve yıllık haraç göndermeye devam etmiştir. Dışarıdan bakıldığında bağımsızlığın ihlali olarak görüşülecek bu siyasi tavrın çok önemli bir nedeni vardır: kardeş kavgasına yol açmamak. Zira Batu Han döneminde Altın Orda Devleti Batıya ve kuzeye doğru genişlemiş, bir imparatorluk vasfı kazanmıştır. Birbirine bu kadar yakın devletlerin ve hanedanların oluşturdukları güçlü yapılar çoğunlukla tarihin en kıyıcı savaşlarını yapmışlardır. Zira iki taraf da eşit derecede güçlüdür.
Yaptıkları mücadele de güçleri nispetinde şiddetli, kıyıcı ve yıkıcı olmaktadır. Batu Han kendisi de Han olmasına, savaşçı bir ırkın evladı olmasına rağmen döneminin şartlarında garip gelecek bir tavrın temsilcisi olmuştur. Bu bir anlamda bağımlılık görüntüsünün altında devletin kurumsallaştırmış, genişletmiş, Rusya’da bugün bile hala varlığını devam ettiren bir miras bırakmıştır. Batu Han muzaffer bir hükümdar mıdır yoksa münhezim bir hükümdar mı? Sanırım tarih hükmünü vermiş, bu hükmün hakkaniyetini bugün bizler bile müşahade etmekteyiz…
Anadolu Selçuklu Devletini adeta yeniden kuran, şehzadeler ve beyler arasındaki çatışmaları bazen kılıç bazen de akıl ile çözen, gerek Batıdan gerekse doğudan gelen saldırılara karşı savaşarak sınırlarını genişleten, sekiz yıllık hükümdarlığında Anadolu Selçuklu Devleti'nin nizamını kuran Rüknettin Süleyman Şah’ın zaferlerini af ile taçlandırmasını ayrı bir mesele olarak işlemek lazımdır. 1196 senesinde Konya’da kendini hükümdar ilan eden kardeşi Gıyaseddin Keyhüsrev’i affeden, yeğenleri Alaattin Keykubat ve İzzettin Keykavus’a kendisiyle babaları arasında tercih hakkı tanıyan Rüknettin’in kazandığı zafer kadar affı ve bilgeliğiyle tek tasarrufuyla Anadolu Selçuklu Devletine üç büyük hükümdar kazandırmıştır.
Bu o kadar önemli bir stratejik kazanımdır ki, asıl Büyük Selçuklu İmparatorluğu tarihi taşıyıcılık rolünü nihai hedefine erişmeden sürdürebilmiştir. Ancak, Anadolu Selçuklu kendisinden sonraki Osmanlı Devlet Nizamı için daha irtibatlı bir taşıyıcılık rolünü ifa etmiştir. Elbette ki diğer beylerin, sultanların bu irtibat görevinde payları vardır. Ama Konya ovasındaki kuşatma sonrası Gıyasettin’in affedilmesi ve O’nu savunan Konya ahalisinin de müsamaha ile karşılanması tarihin ana hazinelerini taşıyacak üç devasa insan, üç hükümdar ve bir başkent için döl yatağı işlevini karşılamıştır. Savaşçı hükümdarın zaferi sonrasında döneminin zafer protokollerini benimsememesi zaferinden daha büyük zafer doğurmuştur.
Bunun tersi de söz konusudur. Kara Yülük Osman’ın pusu kurarak önce esir aldığı sonra da öldürdüğü Kadı Burhanettin buna en açık örnektir. 1398’de öldürüldüğü haberini Hindistan seferini yapmakta olan Timur’a iletilince Timur ciddi olarak çekindiğini Hükümdarın öldürülmesinden dolayı çok sevinmiş, arık Anadolu Seferi için önünde engel kalmadığını düşünerek Hint Seferini yarıda kesip geri dönmüştür.
Bu hadiselerin akabinde de bilindiği üzere 1402’de Yıldırım ile Timur arasında Ankara savaşı cereyan etmiştir. Hem Anadolu darmadağın olmuş hem de Istanbul Fethi 50 yıl gecikmiştir. Kara Yülük Osman Beyin bu zaferi aslında kısa süre sonra gelecek büyük hezimetin ve yıkımın kendisinden başka ne olabilir? Bazen kimi yaşattığınız ve kimi öldürdüğünüz o kadar önemlidir ki!
Yaşatmak ve öldürmek derken Osmanlı İmparatorluğunun kuruluşunu hatırlatmadan olmaz. Anadolu’da Moğol işgali sonrası yaşanan otorite parçalanması ve katliamlardan sonra İran’da hala güçlü bir Moğol valiliği hüküm sürerken Anadolu’nun diğer bir ucunda küçük bir beyliğin gelişmeye başladığını görürüz. Beylikler ve beyler arasındaki çatışmalardan sonra en azından o statikten itibaren bir farklı uzlaşmaya şahit olur tarih. Batı ucunda Moğol valiliğinin dikkatini çekmeyecek bir şekilde yeni beylik adeta beylikler arası bir uzlaşma ile desteklenmeye başlar.
Siyasi olarak yaşaması için kollanır. Bizans üzerinde seferleri, gazaları desteklenir. İhtiyaç duyduğu nüfus ve toprak ihtiyacı önce yakın beyliklerden sonra da Doğudan gelen göçlerle sağlanır. Venedik’in en önemli ithal hammaddesi olan “Şap” Germiyanoğullarındadır (Kütahya), Germiyanoğlu Beyliği Osmanlı devletine entegre edilir. Germiyanoğlu merkezindeki ilim insanları da bu yeni güce entegre edilir. Ciddi bir askeri sivil bürokrasi ihtiyacı vardır. Karesioğlu Beyliği insan birikimi hiç yok edilmeden Osmanlı Yönetiminin muharip sınıfı olarak bu yeni küçücük uç beyliğine katılır. Bu yeni katılan muharip güç fetihçi güçtür. İsfendiyaroğulları ise gemicilik alanındaki birikimini ve silah yapımı için önemli olan Küre bakır madenini Osmanlılar’a kazandırır. Osmanlı’da dönemin kale fetihlerini kolaylaştıran topluluğun gelişmesinde Macar top ustalarının etkisi kadar Sinop kalesindeki topların örnek alınmasını da zikretmek gerekir.
Tabi ki Bu farklı üretim bilgilerini daha üst seviyeye çıkaracak olan Fatih’in dahi mühendisliğinde zirveye ulaşan Osmanlı topçu ustalarının ve mühendislerinin başarısını da işaretlemek gerekir. Bu kısmı daha da uzatmak mümkündür. Asıl vurgulamak istediğimiz şudur ki, kuruluş sonrası bazı beylikler kendilerinin sonaermesini iradi olarak kabullenerek yeni Osmanlı Gücünün yararına feragat ve fedakarlıkta bulunmuşlardır. Özellikle devlet alanında (Gerek devlet içinde gerekse devletler arasında feragat ve fedakarlıkta bulunmak bir yana güç çatışması daha ön plandadır) bu tür bir kararın ve tasarrufun tercih edilmesi diğer beylikler ve beyler için bir nevi tarih sahnesinden çekilmedir, hezimettir. Ama bu fedakarlık ve feragatın da etkisiyledir ki, dönemin zor şartları içinde altı yüzyıl devam edecek bir........
© Haber7
