menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Gassal…

6 0
03.06.2025

Gassal’dan birkaç bölüm izleyince yıllar öncesinde yaşadıklarım bir bir gözümün önünden bir film şeridi gibi geçti. Benzer olayları bende tecrübe etmiştim. Bu konuları anlatan yarım yamalak bir roman çalışmamda vardı aslında ama hayatın yoğunluğunda öylece yarım kaldı. Ben de bu yazımda sizlere orijinal yaşanmış bir olay anlatayım istedim.

İmam Hatip Lisesini yeni bitirmiş henüz on sekiz yaşlarında bir gençtim. Liseyi parasız yatılı okuduğumdan devlet hemen bir ön sınavla başarılı olanları memur imam hatip olarak sıfatlandırıyor ve taşranın ücra noktalarında tecrübe edinmemiz için tıfıl gençler olmamıza rağmen bizleri Anadolu’nun dört bir yanına din hizmeti için görevlendiriyordu.

Haziran ayında mezun olmuş akabinde hemen Ankara da cebren sınava çağırılmış, sınavdan iki ya da üç hafta sonra sonuçlar belli olmuş, birkaç il tercihimize göre hemen tayinlerimiz il emrine gelmişti. Ne çocukluk ne de gençlik yaşayamamıştık. Yatılı ortamda okuyanlar ne demek istediğimi anlarlar.12 Eylül askeri darbesi olalı henüz bir yıl olmuştu. Askeri darbe sebebiyle herkesin sessiz ve tedirgin olduğu zamanlardı.

Sene 1981’in 13 Temmuz'u.
Hiç unutamam.
Mezun olunca biraz nefes alacağız tatil yapacağız derken tayinlerimiz gelmişti. Tatil de neyse, o zamanlar tatil diye bir şey mi vardı ki? Kırsalda vatandaş zaten zor geçiniyordu, tatil yapacak parasal imkanlarda yoktu büyük çoğunluk için.
Mezuniyetten sonra yaz tatilinde babamın marangoz hanesinde çalışacaktık. Evimizde yatıp kalkacak, annemin yarım yağlı yemeklerini yiyecek mütevazi kahvaltılarla bol çay içerek mutlu olacak, aynı zamanda mahallemizde emsallerimizle beraber vakit geçirecektik. Bu bile yatılı ortamından sonra tatil keyfi kadar önemliydi bizim için. Hemen tayin gelsin istemiyorduk.

Çok zaman geçmedi postacı bizim mahallede göründü. Bizim mahalleden komşumuzdu ve babamla da ahbaptı. ‘Ustam sana sarı zarf var hayırdır inşallah’ dedi zarfı verdi’ ve gitti. Eve gelen sarı zarf tayin yerimizi belirtiyor ve hemen il emrine giderek görev yerimizi tebellüğ etmemizi emrediyordu. Parasız yatılı okuduğumuzdan bu görev mecburi idi.

Köye Gidiyoruz

Pazartesi sabah şehre giden otobüse bindik şehre doğru nerdeyse hiç konuşmadan yolu tamamladık. Babam zaten konuşması az, sükutu çok bir kişi idi. Otobüsten indik on, on beş dakika yaya yürüyüp müftülüğe vardık. Müftülüğün sekreteryasındakiler oflayan puflayan işini sanki kerhen yapan tipte memurlar. Soğuk yüzler gibi geldi bana…

Genç bir imam hatip adayısın il müftülüğüne gelmişsin bin bir merakla manen seni cezbedecek ortam hayalin var, teşvik ve takdir beklerken alaycı ve küçümseyen tavır sergileyen kaba tiplerle karşılaşınca duvara toslamış gibi oluyorsun bu durum bende müthiş bir korku ve endişe oluşturmuştu.

İsmimizi söyleyip zarfı uzattık. Görevli kabaca zarfı açtı ve Şef’e bir göstereyim oturun bekleyin dedi. Babam rahmetli, resmi dairelerden çok çekinirdi. Eski tek parti dönemlerini, askeri darbe ve muhtıra zamanlarını görmüş, yaşamış insandı. O korkuları resmi kurumlara giderken ki tedirginliklerinde çoğu zaman hissederdik. Polisten ve jandarmadan çok çekinirdi.

Biraz sonra görevli geldi ve gideceğimiz köyün adını söyledi. Nasıl gidiliyor diye sordu babam. Görevli, yerin uzaklığını ima ederek ‘oo amca senin çocuk çok yol gidecek merkeze bağlı bir köy ama en son köy orası sonrası yok, uçsuz bucaksız on iki sap gürgen ve meşelerin olduğu, ayıların davul çaldığı bir yer’ dedi alaylı bir eda ile. Babamın bir anda yüzünün düştüğünü fark etmiştim. Ben de nasıl bir yer, ne kadar uzakta? bile diyemedim.

Görevli şehirde bulunmanın konforu ve daha yeni imam olmuş bir gençle alay etmenin keyfini sürüyordu. Devamında, bak amca oraya haftada bir köy Magırusları (eski otobüsler) gelir ve köye ancak iki saatte gider o da bu gün yok iki gün sonra şehre gelirler. Esas görev yerine ise otobüsten indikten sonra bir saat yayan yürüyerek ancak ulaşır deyince ben gayri ihtiyari ‘merkezde müsait boş cami yok mu abi’ deyiverdim. Görevli oldukça kaba bir şekilde ‘’ Olur genç hocam; ne demek lojmanda verelim sana, çayında hazır gelsin ister misin? Deyince çok utanmış, korkmuş, kabalıktan irkilmiş ve endişe etmiştim.

Eyvah nereye gidiyordum bilmiyordum ne yapacaktım? Hayatın gamı kederi kasveti omuzlarıma çöküvermişti birden. Sıradan bir memurdaki şu kabalığın seviyesini tahmin edin bakalım. Hem de din adına hizmet eden bir kurumda görev yapan memur böyleyse diğer yerlerdekilerin ceberrutluğunu hayal bile edemezsiniz o zamanların Türkiye’sinde!

İmam hatip lisesinde bize imamlığın çok kıymetli görev olduğunu söyleyip teşvik eden Mehmet hocamın din adına samimiyeti ile müftülükteki memurun alaycı yaklaşımı zihnimde depremler oluşturuyordu.

Yol Harcırahlarımıza Çökmüşler

Görev tebellüğ evraklarını imzaladık ve müftülükten ayrıldık. Ha bu arada unutmadan yazalım. Yeni acemi görevlilerin ilk tayin harcırahlarına dair bilgimiz olmadığından beyler ona çoktan çökmüşler. Aylar sonra öğrendik bunu. Bilenlerin yol harcırahı aldıklarını bilmeyen ve sormayan yeni görevlilerin yolluklarını memurların indiregandi yaptıklarını öğrenmiştik ama geçmişe mazi denir ya o hesaptan bizim yolluklar uçmuştu. Harcırahı vermeleri zorunlu olduğu halde bilmeyen acemilerin yollukları oradakiler tarafından cebellezi yapılıyormuş. Hem de müftülükteki alt muhasebe personelleri tarafından. Duyun da inanmayın…

Babam zaten resmi dairelerden çekinen yapısıyla köye nasıl gidileceği konusunda memura ciddi bir eda ile ‘tamam ben sorar öğrenirim dedi’ ve oradan ayrıldık.

Göreve gitmezseniz tazminat ödeniyordu. Bunu........

© Haber Vakti