menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Siyasal İslam mı dediniz? Nereden nereye...

322 31
previous day

“Siyasal İslamcılık” diye eleştirilen Milli Görüş ve Adil düzen çizgisinden “Muhafazakâr Demokrat”lığa uzanan ince ve uzun bir yolun sonunda geldiğimiz noktada ne İslamcılık kaldı ne muhafazakarlık. Bugün geldiğimiz noktada yola Büyük Ortadoğu Projesinin eş başkanı olarak “Uluslararası sistemle” uygun adım devam ediyoruz.

Devleti ve toplumu dönüştürmek için yola çıkanlar nasıl dönüştüler, bunu yaşıyoruz. Bu; aslında sadece iktidar için değil, CHP, MHP, DEM fark etmiyor. MHP dün Apo asılsın diye meydanlardaydı, bugün Apo’yu meclise davet etmekten söz ediyor. AK Parti CHP gelirse Apo’yu, Demirtaş’ı serbest bırakırlar diyordu, bugün AK Parti “Terörsüz Türkiye” diye tam tersini yapıyor. Dün başörtüsü mücadelesi verenler ve onların çocukları bugün başörtüsünün suyunu çıkartıyor. CHP deseniz ne geçmişi savunabiliyor ne de geleceğe ilişkin bir tasavvurları var. Kadroları da yok. Bu anlamda Laikleşme ve Sekülerleşme süreci farklı bir zemine kaydı. Batıda sekülerleşme dinin kendi özel alanına çekilmesi anlamı taşıyordu İslam dünyasında din daha görünür oldu ama bu olurken içi boşaltıldı. Kemalist Sekülerleşme politikaları batının baskısı ile, içeride darbeci unsurların eliyle dayatılınca dindarlık halkın direnişine sebep oldu. Adalet, barış, özgürlük talebi içeren politikalar İslamcıların işine yaradı.

Daha önce din adına siyasi talepler şeklinde anlaşılan İslamcılık, İran devrimi sonrası yeni, farklı bir anlam kazandı. Dini kuralların, başka inanç sahiplerine dayatılması anlamında kullanılmaya başladı ve “Siyasal İslam” diye bir şey ortaya çıktı. Oysa Türkiye örnekliğinde en büyük siyasi örgüt devlet, devlet kontrolündeki Diyanet ve eğitim kurumları ile TSE damgalı bir dinin misyonerliği yapılıyordu. Bu siyasi çerçeve Kemalizm’le çizilmişti. Bu anlamda Kemalizm dinler üstü bir din, rejimler üstü bir rejim, ideolojiler üstü bir ideolojik norm haline geldi.

Bu yolla “Şeriat devleti” söylemi, iktidar ve servetle tanışan Müslümanların eli ile dini zeminden uzaklaşarak “reel politik” endişelerin öne çıktığı ertelenmiş bir beklentiye dönüştü. İslamcılar devlet yönetimini ele geçirdiler ama artık o güç, devleti dönüştürmenin değil, din ve dindarların dönüştürülmesi anlamında bir güce dönüştü. Gelinen noktada yeni yönelim Müslüman kimliğini demokratik sistem içinde korumak için dinin siyasete dokunan kısmını törpülemek şekline dönüştü. Neo İslamcılar iktidar ve serveti kaybetmemek için dinden taviz vermeyi fiilen kabul ettiler.

Graham Fuller ile 1990’ların başında konuştuğumuzda o gün bu beklentisini dile getirmişti. Daha sonra adını alacak olan FETÖ bunun Truva atı idi aslında. ABD bu şekilde “ılımlı İslam”a havuç sunarken, radikal İslam’a karşı NATO’nun da desteği ile BÇG üzerinden sopa gösterecekti. Hem zaten SSCB dağılınca NATO ülkeleri tarafından da zaten bu gaye ile tehlikenin rengi “Kırmızı” dan “Yeşil” e dönmemiş mi idi? Zaten, 2002’ye geldiğimizde AK Parti Millî Görüş, Adil Düzen gömleğini çıkartıp “İslam devleti değil, muhafazakâr demokrat” kimliği ile yoluna devam etme kararı aldı. Bu dönüşüm diğer İslam ülkeleri için de bir model oluşturdu. “İslam ve Demokrasi” tartışmaları başladı. Artık Şeriat doğrudan talep edilmeyecek, Şeriat, kişisel ve kültürel bir çeşitlilik olarak Demokratik çoğulculuk anlamında bir zemine kaydırılacaktı.

Yeni dindarlık........

© Haber Vakti