menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Yaşar Kemal’in dili*

45 1
07.01.2025

Sizlerle birlikteyiz. Birkaç yıl önceki programda dile getirmiştim Van’ın Yaşar Kemal’le muhabbetinin hayli yetersizliğini. Görüyorum ki zaman önyargıları kırmış. Artık Van kalemine, ustasına sahip çıkıyor. Daha var, henüz yolun başındayız…
Elias Kazan, Yaşar Kemal’e ömrünün son demlerinde der ki; “Yaşlandım artık, film çekmeyeceğim. Bir kitap yazıp ardımda bırakacağım.”
Yaşar Kemal, Kazan’a “Bak, o kadar çok çalışacaksın ki, ölmeye vaktin olmayacak” der. “Bunu sevdim, kitabı yazdığımda başa koyacağım” der Kazan…

İşte Zülfü Livaneli’nin de dostu olan ve aile kökü Kayseri / Talas Rumlarına dayanan Elias Kazan (ki asıl soyadı Kazancıoğlu’dur) bundan tam elli yıl önce 1974’te İstanbul’a gelmeye karar verir. 1963’te yaptığı “Amerika Amerika” filminin Türkiye’de yasaklanması nedeniyle kimliğini gizleyip bir turist gibi gezecektir ülkede.

Geçtiğimiz aralık ayı başında Diyarbakır TÜYAP kitap fuarının konuğuydu PEN yazarlar örgütü başkanı Zeynep Oral. Yaşar Kemal programını Van’da yapacağımızı söyleyince “dur sana bir hikaye anlatayım” dedi.
O yıllarda Milliyet gazetesinin patronu Ercüment Karacan, gazetenin yazarlarından Zeynep Oral’ı çağırır odasına ve der ki; “Bak çok önemli bir Amerikalı film yönetmeni gelecek, benim misafirim ve evimde kalacaktı. Öyle kararlaştırmıştık. Ama ben acil bir program nedeniyle burada olmayacağım. Sana şoförüyle birlikte bir araç vereceğim. Sizde kalacak adam ve nereye isterse götüreceksin. Gittiğiniz yerlerde de otele adını kaydetmeyeceksin.”

“Tamam” dedim. Geldi adam, İngilizce konuştuk ve tanıştık Elias Kazan ile. Bizde kaldı, ev küçüktü ama rahat etti. Yaşar Kemal’i aramamı istedi. Aradım buluştuk. Görüştüklerinde sarıldılar gayet samimi. Demek ki önceden tanışıyorlar. İstanbul gezimiz bitti. Çanakkale Troya’ya gittik. Üçümüz. Oradan da Bergama’ya. Anfi tiyatroya girdik. Bu ikisi Yaşar Kemal ile Elias Kazan gayet çevik adımlarla anfiyeatr’ın basamaklarını tırmanıp her bir yanı geziyorlar. Ben ise oturdum gölgelik bir yere.

O esnada yanıma genç bir çoban geldi. Hayvanlarını otlatıyor. “Abla dedi, kim bunlar! Çok tuhaf! Biri Türkçe konuşuyor. Öbürü anlamadığım bir dil. Ama o kadar iyi anlaşıyorlar ki, sahi kim bunlar.”

Bak dedim çobana; o İngilizce konuşan Amerikalı ünlü bir film yönetmeni. Diğeri ise ünlü romancı Yaşar Kemal. Şöyle bir yaslandı ardına çoban ve ağız dolusu gülerek; “Eh abla tabii ki ya; o yılanın, kurdun kuşun, börtü böceğin ağacın bitkinin, cümle mahlukatın dilini bilip onlarla konuşan Yaşar Kemal’dir tabii ki bilecek, elin Amerikalısının mı dilini bilmeyecek” dedi.

Mesela size onun Diyarbakır röportajını anlatayım, üzerinden yetmiş yıl geçmiş. Şöyle diyor: “Damların üstünü papatya, ot ve diz boyu kır çiçekleri bürümüş. Bu sebepten pek az ağaç olmasına rağmen, bütün şehir tepeden tırnağa yemyeşil. En genişi dört adım gelen sokaklardan geçerken efkâr basacaktır. Ama durunuz. Bu erken. Korkmadan, önünüze gelen herhangi bir kapıyı çalmalısınız. Kapı, hemen açılır. Kapıyı açan, çoğu, kara gözlü esmer bir kadındır. İlkin afallar. Yabancı olduğunuzu anlayınca buyur eder. Diyarbakır artık kılıfından çıkmıştır. Diyarbakır, bütün sıcaklığı, samimiyeti, güzelliği ile gözünüzün önündedir… Nereye gitsen gül, her yan gül, göz alabildiğine gül, bütün şehir gül kokuyor.”

Van anlatısında ise şöyle diyor usta; “Gördüğüm yerler arasında Van kadar hiç bir yeri sevemedim, insanı sarıveren, kucaklayan bir sıcaklığı var Van’ın. Toprağı, taşı sıcak, insanları sıcak, insanları kardeş… Otur bir kahveye, tanısınlar tanımasınlar ‘merhaba’ diyorlar, kırk yıllık ahbabmış gibi hal hatır soruyorlar.........

© Güneydoğu Ekspres