Bir askerle aynı masada: Vicdanın sınavı
Adalet Bakanlığı izniyle bir kaç gün önce abisinin cenazesine gelen mahkumun evinde nöbet tutan onlarca asker, izinli getirilen mahkumu ailesinin evine teslim etmişti.
Rütbeli bir subayla aynı masada oturuyordum.
34 yıllık gazetecilik hayatımda ilk kez, bir askerle üç saat boyunca suskunluğun kıyısında başlayıp derin bir sohbete daldım.
Çatışmaların en yoğun olduğu yıllarda Cizre’de, Lice’de, Kulp’ta görev yapmış biri.
“Zorunlu hizmet için geldim, sonra burada kalmayı seçtim. Diyarbakır’ı, insanlarını sevdim” diyordu.
Masadaki diğer misafirin söylediği klasik sözle - “Başınız sağ olsun” - başlayan sessizlik, yavaş yavaş çözülüyordu.
Ben ise arada, onun üniformasının düğmelerine, omzundaki rütbenin parlaklığına, bakışlarındaki yorgunluğa takıldım.
Hafızam beni 1992’ye götürdü.
Bismil Tepe Karakolu, Nisan 1992.
Köyünde tarlasını süren, beş çocuk babası Abdülkadir Kurt askerler tarafından gözaltına alınıyor.
Tepe Karakolu’nda üç gün süren işkence: copla tecavüz, dayanılmaz şiddet.
Hastaneye kaldırılıyor ve yaşamını yitiriyor.
Adli Tıp raporunda şu ifade yer alıyor: “Kalın bağırsak yırtılmasına bağlı iç kanama sonucu ölüm.”
Savcılığın iddianamesiyle başlayan süreç yıllarca sürüncemede kaldı.
Yerel mahkemeler, Yargıtay; defalarca bozma ve yeniden yargılama.
Rütbeli askere verilen üç kez müebbet ceza her defasında bozuldu ve sonunda dosya “zaman aşımı”na uğradı.
Anayasa Mahkemesi, bu dosyada “mutlak cezasızlık” tespiti yaptı.
Yaşam hakkı ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğine karar verdi, aileye tazminat ödenmesine hükmetti.
Ama suçlular hiç hesap vermedi.
Masadaki asker konuşurken, benim içimde başka sesler yankılanıyordu:
Faili meçhullerin, zorbaların rahat dolaştığı yılların çığlığı.
Elindeki copla bir insanı öldüren askerin yıllar sonra hâlâ bulunamaması.
Ve geride kalan çocukların, yakınların tüketilen adalet umudu.
“Benim de........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Gideon Levy
Penny S. Tee
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein