Nereye sürükleniyoruz?
Doğanın, bizi yok edeceği yalanını uzun zamandır alttan alta bize işlemeye çalışıyorlar. Bu korkuyu içimize yerleştirmek isteyenlerin bazı amaçları var. El çabukluğu ve hokus pokusla dünyayı istedikleri şekilde dizayn ederlerken bizler onları görmeyelim istiyorlar. Güya bizler için endişeliymiş, bizlere acıyormuş gibi davranıyorlar. Ama minicik çocukları açlıktan kırmaktan, onların kanlarını akıtmaktan hiç rahatsız değiller.
Alttan alta işlerine devam ediyorlar ve sözüm ona öngördükleri dünya felaketleri kendi yeni dünyalarının senaryosundan başka bir şey değil. Bizleri bu senaryoyla korkutup oyalarken uygun gördükleri yere (akıllı şehirlere) hissettirmeden sürüklüyorlar. Gri, üst üste yaşamak zorunda kalacağımız, iğrenç şeyleri besin diye (yapay et ve böcek başta olmak üzere) tüketeceğimiz, yapay zekâ ve insansı robotlar tarafından kontrol edileceğimiz bir dünya… Hepimize ne kadar distopik ve uzak görünüyor değil mi? Ama ne yazık ki asıl gerçeklik bu! Doğayla ilgili güvenlik hissimizi sarsarlarken yavaş yavaş onların bize layık gördüğü yaşam biçimlerine hapsoluyoruz. Birçok süper devletin yaptığına bakmamız yeterli. Madem dünyanın iklimi bozuluyor; madem hava, su, tabiat kirleniyor, niçin süper devletler Paris İklim Anlaşması başta olmak üzere birçok anlaşmadan çekildi. Onlar yapınca dünya kirlenmiyor mu? Bazı ülkeleri yeni dünya düzenine adapte ederlerken kendileri niçin bunun dışında kalıyorlar? Asıl savaş görünmeyen bu cephede. Hani bir yandan “Tabiat yok oluyor,” diye bas bas bağırıyorlar ya, bombalar altında ölen çocukların çığlıklarını, açlıktan kırılan insanların inlemelerini bastırmak için. Yoksa insanlığı düşündükleri falan yok.
Zaten istedikleri şeyi büyük bir ölçüde başardılar, tabiat olaylarıyla karşılaştıkça doğayı kendimize........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Robert Sarner
Andrew Silow-Carroll
Constantin Von Hoffmeister
Ellen Ginsberg Simon
Mark Travers Ph.d