Merhamet, inancın kalbidir!
Samsun’da çöp konteynerine atılmış dokuz köpeğin…
Nefesi, insanın vicdansızlığıyla acımasızca yarım bırakılmış, dünyayı bizden daha az hissetmeyen; canı acıyan, seven, korkan; yaşam hakkı bizimkinden daha değersiz olmayan dokuz canın cansız bedeni…
Bu vahşet, bize dünyanın sadece insanlara ait olmadığını; var olmanın tek kriterinin iki ayak üzerinde yürümek olmadığını hatırlattı mı?
Yalnızca bir “katliam” ya da “canilik” demek, bu vahşeti tanımlamak için bile eksik kalır.
Bu, bir toplumun vicdan eşiğinin yerle bir oluşunun gözle görülür, somut kanıtıdır.
Bunun adı cinayettir; “birkaç kişinin acımasızlığı, gafleti” diye geçiştirilemeyecek kadar büyük, bir ülkenin ruh ve toplumsal sağlığına tesir etmeyecek kadar küçük değildir.
Hayvana -kendini ifade etme, acısını dillendirme yetisi dahi olmayan bir canlıya- yönelik şiddet, insanın fıtratındaki karanlığın, girdabın, zehrin en görünür kapısıdır.
Çocuklar evcil hayvanla büyüdüğünde, hayvan sevgisiyle büyüdüğünde ne mi olur?
Bu ülkede hâlâ “hayvan sevmek lükstür” diyen bir zihniyet maalesef var. Oysa bilim yıllardır bize bambaşka bir şey söylüyor:
- Michigan Üniversitesi (2018): Evcil hayvanlarla büyüyen çocuklarda empati düzeyi 0 daha yüksek ölçülüyor.
- Harvard Medical School: Hayvanlarla teması olan çocuklarda saldırgan davranışların azaldığı, sosyal iletişimin güçlendiği tespit ediliyor.
- American Psychological Association: Evcil hayvan sahibi çocukların stres hormonları daha düşük, duygusal düzenleme becerileri daha gelişmiş.
Kısacası:
Hayvana duyulan sevgi, çocuğun kalbinde ahlaki bir pusulaya dönüşüyor.
Merhamet ve sorumluluk bir refleks haline geliyor. Peki tam tersi? Bir çocuk, sistematik olarak hayvanlara zarar veren bir toplumda büyürse?
Cambridge Üniversitesi’nin 2017 meta-analizi: Hayvana karşı şiddet uygulayan çocukların, ilerleyen yaşlarda insana karşı şiddet suçlarında 3 kat daha fazla yer aldığı gösteriliyor.
Bugün zehirleyerek hayvanları canice öldüren yetişkinler, yarın sizin karşınıza çıktığında neler yapabilir? Bugün bir sokak köpeğini öldürebilen bir insan, yarın bir insana zarar verme potansiyeline çok daha yakın.
Bu yüzden bu olay, sadece bir cinayet değil; toplumsal güvenlik, ruh sağlığı ve geleceğimizin çocuklarının kaderiyle ilgili bir uyarı sinyalidir.
Merhamet, inancın kalbidir. Bu toprakların kültürel ve dini kodları bize şunu söylemedi mi?
“Merhamet etmeyene merhamet edilmez.”
Hz. Muhammed’in hayvanlara eziyet edenleri açıkça uyardığını, susuz bir köpeği sulayan kadının bağışlandığını, bir kediyi aç bırakan kadının ise affedilmediğini anlatan onlarca sahih hadis vardır. Bu nedenle bu yaşanan, bir merhamet erozyonu, bir insanlık ayıbı, bir inanç ihanetidir.
Bu olay bir boşluğun ürünüdür. Şiddet boşluk sever. Her türlü şiddet için geçerlidir bu. Yaptırımı olmayan her ceza, failin cesaretini besler.
Türkiye’de hayvan hakları yıllardır “yasaymış gibi yapılan, aslında cezai karşılığı olmayan” bir sistemin içinde sürünüyor. 2021’de çıkarılan yasa, cezai düzenlemeler içerse de uygulamadaki eksiklikler nedeniyle caydırıcılık üretmiyor, failden çok sistemin aksayan taraflarını koruyan bir gölgede kalıyor sorun sistemi işleten iradede. “Bir cana işkence”nin cezası hâlâ toplumsal caydırıcılık üretmiyor. Belediyelerin barınak politikaları tutarsız ve denetimsiz. Merkezi yönetimde hayvan hakları politikası, kurumsal bir akla ve vicdana değil; dönemsel tepkilere göre şekilleniyor. Bir toplumda hayvan öldürmek sıradanlaştığında:
Şiddetin eşiği düşer, empati kapasitesi zayıflar, şiddet normalleşir ve toplumda kaygı–güvensizlik–öfke sarmalı derinleşir. Sosyolojide buna kolektif duyarsızlaşma denir.
Sahiden, biz nasıl bir toplum oluyoruz?
Merhamet öğretilir, nesilden nesile. Merhameti devlet politikayla, aile rol modelle, toplum da kültürle öğretir.
Bir toplum, savunmasız, mazlum ve masum olanı korumadığında, aslında kendi insanlığını kaybeder. O dokuz can bugün her birimize şunu söylüyor: “Beni değil, kendini öldürdün insan.”
Nefesi, insanın vicdansızlığıyla acımasızca yarım bırakılmış, dünyayı bizden daha az hissetmeyen; canı acıyan, seven, korkan; yaşam hakkı bizimkinden daha değersiz olmayan dokuz canın cansız bedeni…
Bu vahşet, bize dünyanın sadece insanlara ait olmadığını; var olmanın tek kriterinin iki ayak üzerinde yürümek olmadığını hatırlattı mı?
Yalnızca bir “katliam” ya da “canilik” demek, bu vahşeti tanımlamak için bile eksik kalır.
Bu, bir toplumun vicdan eşiğinin yerle bir oluşunun gözle görülür, somut kanıtıdır.
Bunun adı cinayettir; “birkaç kişinin acımasızlığı, gafleti” diye geçiştirilemeyecek kadar büyük, bir ülkenin ruh ve toplumsal sağlığına tesir etmeyecek kadar küçük değildir.
Hayvana -kendini ifade etme, acısını dillendirme yetisi dahi olmayan bir canlıya- yönelik şiddet, insanın fıtratındaki karanlığın, girdabın, zehrin en görünür kapısıdır.
Çocuklar evcil hayvanla büyüdüğünde, hayvan sevgisiyle büyüdüğünde ne mi olur?
Bu ülkede hâlâ “hayvan sevmek lükstür” diyen bir zihniyet maalesef var. Oysa bilim yıllardır bize bambaşka bir şey söylüyor:
- Michigan Üniversitesi (2018): Evcil hayvanlarla büyüyen çocuklarda empati düzeyi 0 daha yüksek ölçülüyor.
- Harvard Medical School: Hayvanlarla teması olan çocuklarda saldırgan davranışların azaldığı, sosyal iletişimin güçlendiği tespit ediliyor.
- American Psychological Association: Evcil hayvan sahibi çocukların stres hormonları daha düşük, duygusal düzenleme becerileri daha gelişmiş.
Kısacası:
Hayvana duyulan sevgi, çocuğun kalbinde ahlaki bir pusulaya dönüşüyor.
Merhamet ve sorumluluk bir refleks haline geliyor. Peki tam tersi? Bir çocuk, sistematik olarak hayvanlara zarar veren bir toplumda büyürse?
Cambridge Üniversitesi’nin 2017 meta-analizi: Hayvana karşı şiddet uygulayan çocukların, ilerleyen yaşlarda insana karşı şiddet suçlarında 3 kat daha fazla yer aldığı gösteriliyor.
Bugün zehirleyerek hayvanları canice öldüren yetişkinler, yarın sizin karşınıza çıktığında neler yapabilir? Bugün bir sokak köpeğini öldürebilen bir insan, yarın bir insana zarar verme potansiyeline çok daha yakın.
Bu yüzden bu olay, sadece bir cinayet değil; toplumsal güvenlik, ruh sağlığı ve geleceğimizin çocuklarının kaderiyle ilgili bir uyarı sinyalidir.
Merhamet, inancın kalbidir. Bu toprakların kültürel ve dini kodları bize şunu söylemedi mi?
“Merhamet etmeyene merhamet edilmez.”
Hz. Muhammed’in hayvanlara eziyet edenleri açıkça uyardığını, susuz bir köpeği sulayan kadının bağışlandığını, bir kediyi aç bırakan kadının ise affedilmediğini anlatan onlarca sahih hadis vardır. Bu nedenle bu yaşanan, bir merhamet erozyonu, bir insanlık ayıbı, bir inanç ihanetidir.
Bu olay bir boşluğun ürünüdür. Şiddet boşluk sever. Her türlü şiddet için geçerlidir bu. Yaptırımı olmayan her ceza, failin cesaretini besler.
Türkiye’de hayvan hakları yıllardır “yasaymış gibi yapılan, aslında cezai karşılığı olmayan” bir sistemin içinde sürünüyor. 2021’de çıkarılan yasa, cezai düzenlemeler içerse de uygulamadaki eksiklikler nedeniyle caydırıcılık üretmiyor, failden çok sistemin aksayan taraflarını koruyan bir gölgede kalıyor sorun sistemi işleten iradede. “Bir cana işkence”nin cezası hâlâ toplumsal caydırıcılık üretmiyor. Belediyelerin barınak politikaları tutarsız ve denetimsiz. Merkezi yönetimde hayvan hakları politikası, kurumsal bir akla ve vicdana değil; dönemsel tepkilere göre şekilleniyor. Bir toplumda hayvan öldürmek sıradanlaştığında:
Şiddetin eşiği düşer, empati kapasitesi zayıflar, şiddet normalleşir ve toplumda kaygı–güvensizlik–öfke sarmalı derinleşir. Sosyolojide buna kolektif duyarsızlaşma denir.
Sahiden, biz nasıl bir toplum oluyoruz?
Merhamet öğretilir, nesilden nesile. Merhameti devlet politikayla, aile rol modelle, toplum da kültürle öğretir.
Bir toplum, savunmasız, mazlum ve masum olanı korumadığında, aslında kendi insanlığını kaybeder. O dokuz can bugün her birimize şunu söylüyor: “Beni değil, kendini öldürdün insan.”
Bu vahşet, bize dünyanın sadece insanlara ait olmadığını; var olmanın tek kriterinin iki ayak üzerinde yürümek olmadığını hatırlattı mı?
Yalnızca bir “katliam” ya da “canilik” demek, bu vahşeti tanımlamak için bile eksik kalır.
Bu, bir toplumun vicdan eşiğinin yerle bir oluşunun gözle görülür, somut kanıtıdır.
Bunun adı cinayettir; “birkaç kişinin acımasızlığı, gafleti” diye geçiştirilemeyecek kadar büyük, bir ülkenin ruh ve toplumsal sağlığına tesir etmeyecek kadar küçük değildir.
Hayvana -kendini ifade etme, acısını dillendirme yetisi dahi olmayan bir canlıya- yönelik şiddet, insanın fıtratındaki karanlığın, girdabın, zehrin en görünür kapısıdır.
Çocuklar evcil hayvanla büyüdüğünde, hayvan sevgisiyle büyüdüğünde ne mi olur?
Bu ülkede hâlâ “hayvan sevmek lükstür” diyen bir zihniyet maalesef var. Oysa bilim yıllardır bize bambaşka bir şey söylüyor:
- Michigan Üniversitesi (2018): Evcil hayvanlarla büyüyen çocuklarda empati düzeyi 0 daha yüksek ölçülüyor.
- Harvard Medical School: Hayvanlarla teması olan çocuklarda saldırgan davranışların azaldığı, sosyal iletişimin güçlendiği tespit ediliyor.
- American Psychological Association: Evcil hayvan sahibi çocukların stres hormonları daha düşük, duygusal düzenleme becerileri daha gelişmiş.
Kısacası:
Hayvana duyulan sevgi, çocuğun kalbinde ahlaki bir pusulaya dönüşüyor.
Merhamet ve sorumluluk bir refleks haline geliyor. Peki tam tersi? Bir çocuk, sistematik olarak hayvanlara zarar veren bir toplumda büyürse?
Cambridge Üniversitesi’nin 2017 meta-analizi: Hayvana karşı şiddet uygulayan çocukların, ilerleyen yaşlarda insana karşı şiddet suçlarında 3 kat daha fazla yer aldığı gösteriliyor.
Bugün zehirleyerek hayvanları canice öldüren yetişkinler, yarın sizin karşınıza çıktığında neler yapabilir? Bugün bir sokak köpeğini öldürebilen bir insan, yarın bir insana zarar verme potansiyeline çok daha yakın.
Bu yüzden bu olay, sadece bir cinayet değil; toplumsal güvenlik, ruh sağlığı ve geleceğimizin çocuklarının kaderiyle ilgili bir uyarı sinyalidir.
Merhamet, inancın kalbidir. Bu toprakların kültürel ve dini kodları bize şunu söylemedi mi?
“Merhamet etmeyene merhamet edilmez.”
Hz. Muhammed’in hayvanlara eziyet edenleri açıkça uyardığını, susuz bir köpeği sulayan kadının bağışlandığını, bir kediyi aç bırakan kadının ise affedilmediğini anlatan onlarca sahih hadis vardır. Bu nedenle bu yaşanan, bir merhamet erozyonu, bir insanlık ayıbı, bir inanç ihanetidir.
Bu olay bir boşluğun ürünüdür. Şiddet boşluk sever. Her türlü şiddet için geçerlidir bu. Yaptırımı olmayan her ceza, failin cesaretini besler.
Türkiye’de hayvan hakları yıllardır “yasaymış gibi yapılan, aslında cezai karşılığı olmayan” bir sistemin içinde sürünüyor. 2021’de çıkarılan yasa, cezai düzenlemeler içerse de uygulamadaki eksiklikler nedeniyle caydırıcılık üretmiyor, failden çok sistemin aksayan taraflarını koruyan bir gölgede kalıyor sorun sistemi işleten iradede. “Bir cana işkence”nin cezası hâlâ toplumsal caydırıcılık üretmiyor. Belediyelerin barınak politikaları tutarsız ve denetimsiz. Merkezi yönetimde hayvan hakları politikası, kurumsal bir akla ve vicdana değil; dönemsel tepkilere göre şekilleniyor. Bir toplumda hayvan öldürmek sıradanlaştığında:
Şiddetin eşiği düşer, empati kapasitesi zayıflar, şiddet normalleşir ve toplumda kaygı–güvensizlik–öfke sarmalı derinleşir. Sosyolojide buna kolektif duyarsızlaşma denir.
Sahiden, biz nasıl bir toplum oluyoruz?
Merhamet öğretilir, nesilden nesile. Merhameti devlet politikayla, aile rol modelle, toplum da kültürle öğretir.
Bir toplum, savunmasız, mazlum ve masum olanı korumadığında, aslında kendi insanlığını kaybeder. O dokuz can bugün her birimize şunu söylüyor: “Beni değil, kendini öldürdün insan.”
Yalnızca bir “katliam” ya da “canilik” demek, bu vahşeti tanımlamak için bile eksik kalır.
Bu, bir toplumun vicdan eşiğinin yerle bir oluşunun gözle görülür, somut kanıtıdır.
Bunun adı cinayettir; “birkaç kişinin acımasızlığı, gafleti” diye geçiştirilemeyecek kadar büyük, bir ülkenin ruh ve toplumsal sağlığına tesir etmeyecek kadar küçük değildir.
Hayvana -kendini ifade etme, acısını dillendirme yetisi dahi olmayan bir canlıya- yönelik şiddet, insanın fıtratındaki karanlığın, girdabın, zehrin en görünür kapısıdır.
Çocuklar evcil hayvanla büyüdüğünde, hayvan sevgisiyle büyüdüğünde ne mi........© Gazete Gerçek





















Toi Staff
Penny S. Tee
Sabine Sterk
Gideon Levy
John Nosta
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
Daniel Orenstein