Bir yaratıcı idole saygı: David Lynch
Bizler gibi hayatın yaratıcı bölgesinde çalışan (ben yaşayan demeyi tercih ederim her zaman) insanlara sıkça idollerinin kim olduğu sorulur; bu soruya genellikle yanıt vermem; veremem. Pek çok kişiliğin etkisi altında kalırız yaşamımız boyunca ve bunu galiba onlar gidinceye de bilmeyiz pek.
Ailemizin dışında öğretmenlerimiz, liderler, yazarlar, sanatçılar, şairler, müzisyenler, arkadaşlar karakterimizin oluşmasını sağlarlar. İnsan belki de bunu ilk yarım asır boyunca pek düşünmüyor; hatta ilk gençlik yıllarında ailesi onun bu gelişimine katkı sunmak istediğinde çok da kabullenmiyor bu teklifi. İtiraf edelim ülkemizdeki çocuk yetiştirme kültürü de epey uçlarda geziniyor, söz konusu alanda baskıcı olabiliyor ve pek de sağlıklı bireyler yetiştirmiyor zaten.
Ana-kara’da memur olan babama ve ben doğduktan sonra evden houte-couture terzilik yapan anneme bir bakıma minnettarım, zira ben aileye oldukça geç ve beklenmedik bir biçimde katıldığımdan üzerimde hiç böyle bir çabaları olmadı. Bale ve piyano derslerine götürülmedim (zaten memur sınıfında pek de yaygın sayılmazdı); spora teşvik edilmedim ama bir sokak çocuğu olduğumdan beni iyi bir bisikletçi yapacak kadar inmedim bisikletin tepesinden, ağaçlara tırmandım, top ve kovalamaca oynadım eğer spor sayılırsa…Açık konuşmam gerekirse ilk konser, ilk tiyatro, ilk sergi deneyimim de epey büyüdükten sonra veya okullarım sayesinde gerçekleşti. Şimdiki teknolojik imkanların tersine, lojman dairemizden dünyaya açılan tek kapı ailenin ortak kullandığı mekanda konumlanan ve uzun yıllar sadece TRT kanallarından mevcut bir televizyon ve kuşkusuz her zaman radyo idi. Böylesi bir iklimde önce hayatıma ilk okuldan itibaren giren öğretmenlerin, sonra evimizdeki kitapların ve türlü türlü ansiklopedilerin, plakların, daha sonraki yıllarda ise sinemanın önemi tartışmasız derecede önemli idi. Bunu şimdi daha iyi anlayabiliyorum. Müzik, edebiyat ve sinema tutkumu çok ama çok küçükken kendiliğinden ve çaresizlikten edinmiştim.
Kendi çocuğumu da yetiştirirken ona bir gün “kızım kitap oku!” dediğimi hatırlamıyorum. Evimizin kitaplarla dolu olması, birlikte yeni çıkan kitapları incelemeye ve almaya gitmemiz, evde sürekli okuyan ve yazan bir anne görmesi onu da doğal olarak iyi bir okur ve yazar yaptı. Bununla elbet gurur duyuyorum.
Daha da büyüdüğünüzde, ilk gençliğinizden itibaren okuduklarınızın dinlediklerinizin ve izlediklerinizin etkisinde daha çok kalıyorsunuz. Kimi isimleri kendinize yakın hissediyorsunuz, yarattıklarının merakınızı fişeklediğini biliyor ve bağımlı hale geliyorsunuz. Geçtiğimiz günlerde yitirdiğimiz David Lynch o isimlerden biriydi benim için. Yerinin asla dolmayacağını bildiğim büyük bir boşluk bıraktı bu yaratıcı profilin bu dünyadan göçüp gitmesi. Yazımın başlığına önce “veda” kelimesini iliştirmiştim; ama bu denli yaratıcı ve iz bırakan kişilerin asla yok olmadığını zaman içinde öğrendim; bu nedenle o kelimeyi “saygı” ya çevirdim. Evet bu kendi yaşam perspektifimden bir Lynch’e saygı yazısıdır.
Pek çokları gibi bu ismi hafızama kazıyan Twin Peaks olmuştur. Hemen sonra araştırıp Eraserhead’i bulup da izlemek için epey yıllar beklemem gerekti ve itiraf etmeliyim ki ilk seferinde de izleyemeden bırakmıştım. Üniversite yıllarımızda sevgili ve rahmetli hocamız Önder Şenyapılı vesilesi ile tanıştığım sürrealist sinemaya ilgim iyice artınca yeniden izlediğim yönetmenin bu ilk filmini kavrayabilmem, yine de kendim anne olduktan sonra oldu.
Pek çokları için rahatsız edici bulunabilecek 1977 tarihli bu film, kanlı ve daha çok Türkçemizde anlamını bulamadığım “fleshy” denilen tarzı ile izlenmeyi zor kılıyor. Aslında nasıl da saf korkuları anlattığını ve hatta yer yer mizah dolu bir kinaye olduğunu sonradan idrak edebiliyorsunuz. Ebeveyn olmanın tüm dehşetini ana karakterinin üzerinde yansıtan bu halusinatif yapım her sahnesinde bin bir yaratıcı ip ucu ve gönderme ile dolu.
Sürrealist sinema bir tasarımcı için türlü hazinelerin saklı olduğu bir vaha gibidir.
Lynch kendisi de bu yapıtının en ruhani yapıtlarından biri olduğunu belirtir. Öncelikle o yıllarda kızı Jennifer uzun tedaviler ve ameliyatlar gerektiren biçimde doğmuştur; Eraserhead bir babanın böyle bir durum karşısındaki çaresizliğini ve kaygılarını içerir. Filmde Mary’nin evinin kapı numarası 2416’dır ve bu adres aslında yönetmenin “çok inanılmaz şeyler gördüm” dediği Philadelphia’daki çocukluk evinin de adresidir; eşi ile de bir süre bu evde oturmuşlar. Transandantal Meditasyon’u bir yaşam biçimi edinmiş olan Lynch’in filmlerindeki bu ve benzeri izleri süren pek çok blog yazışması var nette; örneğin biri pek çok kez 13........
© Gazete Duvar
