menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Brutalist’in ‘brutal’ hayatı

16 1
31.01.2025

Bu hafta vizyona girecek ve yaklaşan Oscar ödül törenlerinde birçok dalda favori gösterilen ‘The Brutalist’ hakkında değerlendirmelerimizden önce, film etrafında oluşan bir polemikten de bahsetmekte bizce yarar var: oyuncu ve yönetmen Brady Corbet’nin bu filmi önce Venedik Film Festivalinden Gümüş Ayı ödülüyle döndü, ardından Oscar ödüllerinin adeta ‘provası’ sayılan Altın Küre Ödül töreninde ise en büyük ödüllerden üçünü alarak büyük bir başarı kazandı. Üstelik yönetmenin üç buçuk saati aşan, özellikle 1947-1957 arasındaki ‘hassas’ tarihsel döneme yoğunlaşan bir dram yapımını, Hollywood standartlarına göre çok düşük sayılan (sadece) 10 milyon dolarla çekebilmesi herkesi daha da şaşırttı.

Her şey bu derece şaşalı ve başarıdan başarıya koşan bir yönde ilerlerken, filmin kurgucusunun bir röportajı işleri biraz bozdu. Kurgucu David Jansco, filmin yıldızları Adrian Brody ve Felicity Jones’un seslerinin daha da Macar aksanı taşıması için yapay zeka yardımı kullandıklarını açıklıyor, üstelik filmin bazı tarihi dekorları içeren sekanslarında da yine bu yola başvurduklarını ekliyordu.

Bu açıklamalar doğal olarak genel bir memnuniyetsizlikle karşılandı hatta filmin Oscar Ödül törenlerindeki favori sıralamasını bile değiştirebileceği konuşuldu

Yönetmen Corbet ise hemen tartışmaların önüne geçmek için açıklamalarda bulundu: önce aylarca bioscarr diyalekt koçuyla çalışan Brody ve Jones’un seslerinin gerçek ve fazla ‘dokunulmamış’ olduğunu, sadece son etapta bazı sesli harfleri daha belirgin duyurmak için ‘Respeecher’ teknolojisinin kullanıldığını söyledi. Ardından filmde gördüğümüz mimari yapıların görsek efektlerinin yapay zeka ürünü olmadığını, dekor şefi ve ekibinin çizimleri doğrultusunda yaratıldığını ekledi.

Konudan kısaca bahsedecek olursak: Laszlo Toth, İkinci Dünya savaşı sırasında toplama kamplarında yaşanan soykırım ve katliama rağmen hayatta kalmayı başarmış ve Amerika’da yeni bir hayata başlamayı düşünen Macar asıllı Yahudi bir mimardır. 1947 yılında gittiği bu yeni ülkede hem kendine bir yer bulmaya hem de uzaklarda olan karısı ve yeğenini bu ülkeye getirmeye çalışır.

Aslında filmin başkarakteri Laszlo’nun ilk karşılaştığı sorun, ülke değişimi değil kültür değişimi daha doğrusu yaşadığı kültür şoku oluyor. Bu değişim ve ayak uyduramama o kadar büyük ki ilk tepki, onu başta oldukça sıcak ve sevecen karşılayan ama giderek istenmeyen misafir haline düşüren kuzeninden geliyor. Pensilvanya’ya yerleşmiş kuzeni Atilla, kendine yeni bir hayat kurmuş,........

© Gazete Duvar