menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Ave Maria... Ve Angelina

24 1
saturday

Şilili yönetmen Pablo Larrain’in son filmi "Maria" ile, Hollywood sinemasının son 10-15 yıldır sık sık yeni örmekler sunduğu ‘biopic’ türüne yeni bir halka eklediği düşünülebilir ama bizce bu biraz yetersiz bir değerlendirme olur. Öncelikle Larrain’in amacı, sadece başta Oscar ödülleri olmak üzere sık sık film festivallerinden ödüllerle dönen ve ses getiren bir akımın başarı ‘dalgası’ üzerinde ‘sörf yapmak’ değil, 2016 yılında "Jackie" ile başlattığı, 2021 yılında "Spencer" filmi ile devam ettirdiği bir ‘üçlemeyi’ (triology) tamamlamak, kendince kapatmak…

Yakın zamanda vizyona çıkan birçok ‘biopic’, dünyaca ünlü hatta ‘efsaneleşmiş’ bir şarkıcıyı ("Bohemian Rhapsody", "Rocketman",Elvis vb.) doğal olarak sadece kariyeri ve ortaya çıkardığı eserlerle değil, aynı zamanda gölgede kalmış özel hayat detayları, zamanında ulaşılamamış bilgiler ışığında da tanıtıyordu.

Larrain ise ele aldığı karakterlerinin nerdeyse ‘her şeyiyle’ göz önünde ve özel hayatlarında yaşadıkları travmalar ve sorunların bile basın yoluyla herksin malumu olduğunun bilincinde ve asıl gücünü yeni bir şey sunmak değil ikon olmuş bir karakterin insani yanını analiz etmekten alıyor, daha doğrusu almaya çalışıyor.

"Maria" filmi ile ilgili değerlendirmemize geçmeden önce bence bu filmle ‘organik’ bir bağı olan "Jackie" ve "Spencer" filmlerine değinmekte yarar var: biz, bu iki filmin de sinematografik artılarına rağmen hedeflerine tam olarak ulaşamadıklarını düşünüyoruz.

Kısaca "Jackie"de başkarakterin, eşi J.F Kennedy’den neredeyse bağımsız bir şekilde sunulmasını biraz ‘eksik’, "Spencer" filminde ise herkesin malumu olan Lady Diana ile Kraliyet ailesi arasındaki gerilim etkileyici bir şekilde beyaz perdeye yansıtılıyor ancak Diana’nın asıl ait olduğu "Spencer" ailesi ile olan bağları üstünkörü işleniyordu.

Tabii ki bu filmleri daha detaylı olarak ele almak, başka yazıların konusu…

"Maria", dünyaca ünlü Soprano’nun son dönemini geçirdiği Paris’teki dairesinde hayata veda etmesinden hemen sonra başlayıp, nerdeyse bütün yapısını ‘flash back’ler üzerine kuruyor. Hatta bu uzun flash back’ler arasında daha da geçmişe giden ikinci flash back’ler de var.

İlk bakışta filmin böyle bir başlangıç noktası bulması bildik şekilde akacak bir olay örgüsünü açık ediyor: bir ‘Diva’nın sonu, bir kadının ölümü ve bir ‘efsanenin’ oluşması. Yönetmen ana karakterinin iki yanını, daha doğrusu ‘Soprano Callas’ ve Maria olarak adlandırabileceğimiz iki ‘yarısını’ mercek altına alsa da bizce bunları pek........

© Gazete Duvar