Mustafa Kemali ve Çağı Anlamak
Meseleyi sosyo-kültürel ve dönemin politik yapısı üzerinden uzatmadan kısa ve öz olarak değerlendirmek gerekirse;
Osmanlı her yönüyle tükenmişti. Çağı yakalayabilecek zihinsel, sistemsel ve yönetsel bir altyapıya sahip değildi. Bu çöküşü ancak müstesna nitelikteki (okuyan, anlayan, bağımsız düşünebilen, dil bilen, dünyayı tanıyan) kişiler fark edebiliyordu. Modernleşme ya da felsefi anlamda aydınlanma kaçınılmazdı. Bu kaçınılmazlığı dönemin aydınlarıyla birlikte III. Selim’den sonra birçok padişah da fark etmişti. İşin doğası gereği klasik ulemanın bu süreci fark etme imkânı yoktu. Problemlerin hem teşhis ve tanımında hem de çözüm önerilerinde isabet yoktu. Çünkü toplumun düşünsel kabulleri çoğunlukla “hastalığın” kaynağıydı. Bir problemi oluşturan “sebep unsurunun” çözüm üretememesi gibi… Tekrar edeyim: Modernleşme kaçınılmazdı. Bu gerçeği, yansız ve bağlantısız düşünen aydınlar daha net fark etmişti. Ya çağa ayak uydurulacaktı ya da tarihten silinip gidilecekti.
Bu hususu en iyi idrak eden kişi elbette Mustafa Kemal’di. Mensubu olduğu milletin, er ya da geç modernleşme ve onun ürettiği kavramlarla, kurumlarla ve yönetsel sistemle buluşacağını görebiliyordu. Peki, bu nasıl olacaktı? Böyle bir dönüşümü eyleme geçirebilmek; strateji ve taktik bilgisi olan, yereli ve dünyayı tanıyan, yüksek zekâ ve organizasyon becerisine sahip, cesur kişilerle mümkündü. İşte Mustafa Kemal tam burada devreye girmiştir. O, ülke için gerçek bir şanstı. Süreci hem örgütlemiş hem de yönetmiştir.
Ne var ki toplumsal zihin bu dönüşümün hızına ayak uyduramadı. Süreç birçok komplikasyon üretti. Toplum birbirine düşürüldü; küçük ve ilkel çıkarlarla ortaya atılan ideolojiler (kabile ilişkileri........



















































