Ahlak, Hukuk, Kamu ve Yasa Üzerine Sorgulamalar
Yıllar önce ilk görev yaptığım (şark vilayetindeki) köyde, köylülerle olağanüstü bir güven ilişkisi kurmuştum. Bunun sebebi, beş vakit namaz kılmam, dönemin popüler (bana göre kurgulanmış) kitaplarıyla ilgilenmem ve sohbetlerimin çoğunlukla dinî düşünceler etrafında şekillenmesiydi. Henüz yirmi yaşındaydım. Dindar görünmem (zira dindarlık çoğu kez görünürlük üzerinden tanımlanır) ve köyün gayriresmî imamı olan seydanın, “Hocanın din bilgisi benden fazladır.” demesi, köylünün gözünde beni farklı bir yere koymuştu. Gençlerle de iyi bir iletişimim vardı. Bir gün köylülerden biri bana:
- Hocam, iyisin hoşsun ama bu giyim şeklin sana hiç yakışmıyor, dedi.
- Nesi varmış giyimimin? diye sordum.
- Sen kısa kollu gömlek giyiyorsun, kısa kollu gömlek giymek günah değil mi? diye yakındı.
Böyle bir konuda o yaşta açıklama yapıp karşı tarafı ikna etmenin deveyi hendekten atlatmaktan zor olduğunu anlayamıyordum. Belki de o haklıydı. Neyse, bunu geçelim…
Yıllar sonra klasik eserleri okurken dikkatimi çeken bir husus oldu. Metinlerde, kadının kesinlikle dışarı (kamusal alana) çıkmaması gerektiği, çıkacaksa da öylesine örtünmesi gerektiği yazıyordu ki, onu gören biri kadını adeta bir “ağaç kütüğü” gibi algılamalıydı. Bu hoyrat kıstası birçok kişiden de duymuştum. Kadın, kesinlikle dişiliği çağrıştıran hiçbir tavır, duruş ve davranış içinde bulunmamalı; görsel olarak da kadın algısı uyandırmamalıydı.
İlerleyen dönemde bunun bir yorum/tevil olduğunu, aslında böyle bir katılık bulunmadığını; kadının örtünmesi gereken yerlerin ayette açıkça belirtildiğini ve........
© Fikir Coğrafyası
