Açlığın maskesi, doygunluğun ataleti ya da ezilenlerin intikamı: Obezite
Karnımız belki doyuyor ama hücrelerimiz aç ve kifayetsiz. Bunun adı tıbben metabolik açlık, sosyolojik olarak ise gizli açlık.
Yiyip içtiklerimiz biyolojik gereklilikten ideolojik ve sınıfsal bir aygıta dönüştürüldü nicedir. En yalın hali ile sağlıklı beslenme, zenginlerin yeni kültürel sermayesi kılınırken, doymak yoksulların günü kurtarma derdine evrildi.
Obezite oranında Avrupa ve dünyada rekora koşan bir ülkenin çocuklarıyız. Yoksulluk arttıkça obezite de bir o kadar artmakta.
Ana Tanrıça Kibele’den Rubens’in tablolarına tarihsel olarak bereketin simgesi olan tombul beden, şimdilerde halk sağlığına içkin tehditlerin aynası.
Bu bağlamda denebilir ki insanlık tarihinin en önemli ters yüz oluşlarının başında obezite gelmekte. Obezite, şeker hastalığı, gut dün zenginlik nişanesiyken bugün yoksulların hastalığı. Hasılı Bauman’ın ifade ettiği üzere obezite artık ziyadesiyle sınıfsal bir gösterge: İşçi sendikalarının bunu bilince çıkarmasında bir eksiklik, gecikme yok mu sizce de?
Obezite artık aşırıya kaçan bir bolluğun değil, sağlıklı ve dengeli gıdaya erişememenin sonucudur.
“Ne yediğin, kimin sana ne yemene izin verdiğidir” demekte Donna Haraway. Sahi bugünlerde düşük gelirli geniş kitlelerin neyi yemesine müsade var? Günümüzde sofradaki tabağın ekonomi politiği gıda eşitsizliği değil mi?
Mart ayında açıklanan Ipsos tüketici alışkanlıkları araştırmasına göre, alışveriş sepetlerinde temel gıda ürünlerinin yerini büyük ölçüde atıştırmalıklar almış durumda. Kırmızı et sepetlerdeki ilk on ürün arasında yok. Tavuk bile dokuzuncu sırada.
İşçi ve emekçilerin temel ücretlerindeki düşüş ve eş zamanlı yüksek enflasyon ülkemizde obezite oranını daha da artırdı.
Obezite ile mücadele........
© Evrensel
