“Cesaretin varsa” yarışları, cesur olma mecburiyeti
Zaten haklıyken neden bir de cesur olmak zorundayız? Yerinde bir soru ama ancak insanlık tarihinden haberdar olmaya yetmeyecek kısalıkta bir dünya mesaisi bunu sordurabilir. Haklılığın güç anlamına gelmediği, gücü haksız yollarla devşirenlerin kurduğu türlü çeşit baskı düzeninin geçmişi hayli uzun. Böyle rejimlerde norm kılınan itaat oluyor; atmosferin baskın gazı korku. Haklı olanların cesaretleriyle sınanmamaları için bir güce dönüşmesi gerekiyor, ki bunu da cesur olmadan başarmak mümkün değil galiba.
Her daim bir yerlerde birileri diğerlerinden daha fazla cesaret göstermek zorundaydı. Yine de acaba bu denli “cesaret”le çepeçevrelenen bir zaman olmuş mudur? Bir yandan artık sadece var olabilmek için gereken cesaretten söz ediyorum, günlük hayatın içine inmiş cesaret anlarından. Ama bu çağa özgü cesaret bolluğu içinde, iddialı göz makyajından kişisel gelişim literatürüne uzanarak başka bir biçimde gündelikleşen, sündürülmüş cesaret de var. Misal “cesur açıklama” tamlaması gördüyseniz mutlaka bir seks göndermesi var demektir.
Sınıfsallığın, toplumsallığın hiçbir nüvesinden nasiplenmemiş bir dille diyelim esenliği, mutluluğu yeterince cesur olmayanlara hak görmeyen bakış, ne yazık ki anaakımın süfli çemberi dışında da mevcut. Yaşamak cesaret ister. Birini bu önermenin doğruluğuna ikna etmek hiç zor değil, evet kimi durumlarda hakikaten öyle. Ama şu an bizi boğan havalı bir aforizmaya evrim süreci.
Toplumsal hareketleri sadece cesaretle fişeklenen öfke üzerinden okumakta da bir sorun var. Bu düzen sadece biz korkak olduğumuz için mi sürüyor?
Cesaretin varsa çık karşıma, cesaretin varsa yanıt ver, cesaretin varsa Filistin'e gel, cesaretin varsa git, cesaretin........
© Evrensel
