Huzursuzluk ve umut
Bilmiyorum nasıl adlandıracağımı… Üstelik şart mı? Literatüre yeni bir ad eklemek de haddimiz değil açıkçası… Henüz adı konulmamış veya böyle bir gereksinime gerek duyulmamış da olabilir. Belki de adı konmuş ama biz, kendi yetersizliğimizden bunu duymamış da olabiliriz. 1968 gençliği değil, henüz çok küçüğüz, hatta bebek. 1978’de onlu yaşların ortasına ulaşamamışız. 1980’leri -artık ne kadar bilinçlenebilmişsek o kadar ve çoklukla acı içerisinde- yaşamış; 1990’ların ikinci yarısına bir kala yapılan yerel seçimlerde ibre bayağı karamsarlığa yöneldiğinde “Ah ulan beş yıl bunlara nasıl katlanacağız” diye hayıflanan ve 21.yy’ın ilk çeyreğine “bunlarla” ulaşan bir kuşaktır sözünü ettiğim. Bir ad koymuşlarsa da bilmiyorum. Mehmed Kemal “Acılı Kuşak” adını kapmış bizden çok zaman önce.
Elbette hem orta hem fanatik sol ve sağın en az iki partiye bölündüğü o ağır silindirin etkisiyle başladı huzursuzluk.
Hep post kavgasıydı. Biz, işte bu adını koyamadığımız, konmuşsa bile bizim bilmediğimiz bu kuşağın duyarlı insanları ağız açık bir o yana bir bu yana savrulup durduk, çoğu zaman kahrolduk… Guantanamo konukevinin “Bizden büyük o vardı abi” dediği Evren mekanlarından ağır travmalar eşliğinde dışarı çıkan, herkese gül bahçesi olası dünyamızda bizden beş on yaş daha kıdemli büyüklerimizle birlikte kendimizi alkolün tutsaklığına verdiğimiz de oldu; yoksa anlamsız çarpıyordu yürek, duyarsızlığa katlanamıyor, olanlara akıl erdiremiyordu. Gevezeliğimizi, bir yerden sonra iticiliğimizi kabul ediyorum- meyhane devrimcileri olduk böylelikle, hiç olmazsa dost bir gül atmasaydı.
Biz duyarlı olanlardan söz ediyoruz.
Duyarsızları ise her zaman olduğu gibi üç M: Mevki, makam, mangır.
Umudu yitirmemek gerekliydi… Bir gün mutlaka idi… “İnsan, alemde hayal ettiği müddetçe yaşar” dizesinin sahibini çoğumuz sevmiyordu ama o dizeleri beynimize gömmüştük; hayal, umut aynı şeydi. Avuntu muydu, bir........
© Evrensel
