Liverpool üzerinden Galatasaray’a ve yeni transferlere hızlı bir bakış
Yine dinozorluğumu ortaya koyan bir aktarımla başlayayım.
UEFA Kupası finalinde 1976 yılında oynanan Liverpool-Brugge eşleşmesinden bu yana Liverpool benim için özel bir takım olageldi. O zamanlar forma reklamı yoktu ve Liverpool sadece yaka ve kollarında beyaz bir şerit bulunduğu koyu kırmızı forma, şort ve çorapla çıkardı maçlara. Çok estetik bulurdum bu formayı, hâlâ da öyledir benim için.
28 Nisan 1976’da Anfield’de oynanan Liverpool-Brugge maçında kıpkırmızı formasıyla Kevin Keegan topa kafa vuruyor.
28 Nisan 1976’da Anfield’de oynanan Liverpool-Brugge maçında kıpkırmızı formasıyla Kevin Keegan topa kafa vuruyor.
Liverpool bu çift ayaklı finalde oynanan iki maç sonunda 3-2 ve 1-1’le Brugge’ye (Brugge Fransız aksanıyla Türkçede “Brüj” diye okunuyor, ama aslında Belçika’nın Flaman bölgesindeki bir merkezin takımıdır, dolayısıyla Türkçe “Brugge” diye okunması yerinde olur) üstünlük sağlayarak tarihinde ikinci kez UEFA Kupası’nı kazanmış, bu zaferin ardından da dokuz yıl boyunca Avrupa futbolunu domine etmişti. Bu dokuz yıla dört UEFA Şampiyon Kulüpler Kupası (şimdinin UEFA Şampiyonlar Ligi) sığdıran Liverpool’un Avrupa hükümdarlığını 1985’teki Heysel Faciası nihayete erdirdi.
Brüksel’in Heysel Stadyumu’nda Liverpool ile Juventus arasındaki oynanacak 1985 Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası finalinden önce holiganist şiddetin ilk kanlı dışavurumu olan tribün çatışması sonucunda neredeyse tamamı Juventus taraftarı olan 39 insan hayatını kaybetmişti. Bu faciadan sonra Birleşik Krallık hükümeti İngiliz kulüplerini UEFA turnuvalarından beş yıl süreyle uzak tutma kararı alınca Avrupa’nın bir numaralı kupasındaki Liverpool hâkimiyeti sona ermiş oldu.
Bununla birlikte Liverpool’un İngiltere’deki hükümdarlığı devam etti, ta ki ikinci bir faciaya kadar. 1989 yılında tarihe Hillsborough Faciası olarak geçen tribün karmaşası sonucunda 97 Liverpool taraftarı hayatını kaybetti. Bu facia, Liverpool’un Avrupa’dan sonra İngiltere’deki hâkimiyetin de sonu anlamına geliyordu. Birinci ligi (First Division) son kez o sezon, 1989-1990’da kazanan Liverpool yeniden bu sevinci yaşamak için tam 30 yıl boyunca beklemek zorunda kaldı.
30 yılın ardından 2019-2020 sezonunda Liverpool’u yeniden şampiyon yapan, “gegenpressen” (karşı pres) diye adlandırılan ön alan baskısının önde gelen teorisyeni ve uygulamacılarından Alman teknik direktör Jurgen Klopp oldu. UEFA Şampiyonlar Ligi’nde 2012-2013 sezonunda final oynattığı Borussia Dortmund’dan ayrıldıktan sonra 2015’te Liverpool’un başına geçen Klopp’la beraber Liverpool’un eski azametli günlerine geri dönüş yolculuğu da başlamış oldu. Klopp liderliğinde hıza ve baskıya dayalı bir futbola yönelen Liverpool 2019’de UEFA Şampiyon Ligi’ni, 2019-2020 sezonunda da İngiliz Premier Ligi’ni (EPL) kazandı. Geçen sezon hariç de hep lig yarışının içinde kaldı.
Klopp’un geçen sezon sonunda görevi bırakmasıyla Liverpool’un başına geçen Hollandalı Arne Slot, Alman meslektaşından devraldığı hız ve baskıya dayalı futbol anlayışını kaldığı yerden devam ettirdi. Şimdilerde Liverpool neredeyse bütün kulvarlarda zirvede: EPL’de en yakın rakibi Arsenal’in yedi puan önünde. UEFA Şampiyonlar Ligi’nin ilk aşamasını ikinci sırada tamamladı, son 16’daki rakibini bekliyor. Lig Kupa’sında ise finale çıktı.
Kanımca Galatasaray’la Liverpool arasında oynadıkları futbol açısından bir benzerlik var; her iki takım da ön alan baskısı yaparak oynuyor ve her iki takım da doğrudan ve hızlı bir futbolu tercih ediyor. Ne var ki her iki takım da rakiplerine aynı sistematikle ön alan baskısı yapmıyor. Liverpool’un ön alan baskısıyla Galatasaray’ınki arasında temel farklar mevcut.
Bu yazıda ön alan baskısı alanında Liverpool ile Galatasaray arasındaki farkı ve nedenlerini ele aldıktan sonra Galatasaray’ın bu sezon niçin çok gol yediğini sorusunu tartışmaya çalışacağım, ardından da yeni transferleri bu açıdan kısaca değerlendireceğim.
Liverpool rakiplerini neredeyse kendi birinci bölgelerinde tutsak alarak oynayan, onlara tüm karşılaşma boyunca çok az hücum yapma fırsatı tanıyan korku veren bir takım. Bu dediğimi en son olarak 0-1’in rövanşında Anfield’te Tottenham’ı 4-0 yenerek Lig Kupası’nda final oynamaya hak kazandıkları maçı izleyen kolayca anlayacaklardır. Öyle ki Liverpool, neredeyse nefes alma fırsatı bile tanımadığı Tottenham’ı maç boyunca yaptığı baskıyla sürekli hata yapmaya zorladı ve fiziksellik anlamında tüm izleyenlerde “rekabet edilemez” izlenimi uyandıran bir performans sergiledi.
O maçtan, Liverpool’un rakiplerini nasıl kapatarak oynadığını gösteren bir görsel koyuyorum buraya.
Liverpool’un hücum esnasında 325 formasyonuyla saha yayılımına bakıyoruz. (En ileride soldaki Cody Gakpo kadraj dışında.)
Liverpool’un hücum esnasında 325 formasyonuyla saha yayılımına bakıyoruz. (En ileride soldaki Cody Gakpo kadraj dışında.)
Liverpool genelde geriyi üç oyuncusuyla (iki stoper bir bek) güvenlikte tutarak rakiplerini kapatıyor. Bu sekanslarda Liverpool’un takım boyu yukarıdaki fotoğrafta da görüldüğü gibi 18 metreye kadar inebiliyor.
Hücumlarının şiddetini artırdıklarında en geride bıraktıkları bekin de orta saha blokuna katılmasıyla, aşağıdaki görselde de görüleceği üzere 235 formasyonuna kavuşuyorlar.
Liverpool’un 325 olan formasyonu hücumun ileri aşamasında 235’e dönüşüyor. (En geride soldaki Virgil van Dijk burada kadraj dışında.)
Liverpool’un 325 olan formasyonu hücumun ileri aşamasında 235’e dönüşüyor. (En geride soldaki Virgil van Dijk burada kadraj dışında.)
Peki Liverpool nasıl ön alan baskısı yapıyor? Buradaki ana felsefe basit. Topun kaybedilmesine takım olarak anında en hızlı biçimde reaksiyon vererek. Pozisyon olarak topa ve rakibe en yakın olan Liverpool futbolcuları topun olduğu bölgeye korkutucu sprintler atıyorlar.
Bu yüksek hızdaki koşular sayesinde ya topu doğrudan kazanıyorlar, ya da rakiplerinin topu acele biçimde dışarıya veya ileriye oynamasını sağlıyorlar. Ancak sonuç değişmiyor. Topun hâkimiyeti en kısa sürede yeniden Liverpool’a geçmiş oluyor.
Fakat burada kanımca önemli bir detay var, o da şu. Liverpool topu yeniden ele geçirdikten sonra Manchester City’nin şampiyonluğunu yaptığı tarzda klasik set oyununa dönmüyor. Bütün oyuncular sprinte dayalı koşularını topun elde edilmesinden sonra da devam ettiriyorlar. Böylece ya top ayağında olan oyuncu büyük bir hızla dribling yaparak rakibin savunma düzenindeki organizasyonsuzluğu felce dönüştürmeye çalışıyor. Ya da topun kazanılmasının ardından forvet oyuncuları atılan dikine paslarla derinde topla buluşturulmaya çalışılıyor.
Kısaca Liverpool için rakibin bıraktığı boş alanlara yüksek koşularla saldırarak hücum eden bir takım tanımı yapabiliriz.
Liverpool hücumlarında üç temel ilkeye dikkat ediliyor.
Pasın hızlı atılmasına. Pasın şiddetinin sert olmasına. Topun ayağa değil, koşu yapılan oyuncunun menzili içindeki bölgeye gönderilmesine.
Bu ilkeler Liverpool’da pas isabetinden çok, topun en kısa süre içinde ileriye koşan takım oyuncusuyla buluşturulması ihtimaline önem verildiğini gösteriyor bize.
Liverpool’un ön alan baskısı konusunda son olarak başka bir konuya değinmek istiyorum.
Liverpool adam adama değil, alan savunması ilkesiyle oynayan bir takım. Dolayısıyla ön alan baskısını da adam adam temelli değil, alan savunması ilkesiyle yapıyorlar.
Bunu biraz açacak olursam, top hangi rakip oyuncunun ayağına gelmişse, sadece pozisyonel olarak o rakip oyuncusunu marke etmekle sorumlu Liverpool oyuncusu hareketlenmiyor. Onunla beraber topa en yakın diğer Liverpool’lu futbolcular da hemen sprint atıyorlar. Topu da alan savunması ve takım oyunu temelli bu hızlı koşular sayesinde en kısa sürede yeniden kazanıyorlar.
Galatasaray’a gelince. Galatasaray’ın ön alan baskısına yön veren alan savunması ilkesi........
© Evrensel
