Denetim ticareti: Sertifikaların ardındaki vahşi koşullar
Son on yılda sektör fark etmeksizin piyasanın diline pelesenk ettiği bir kavram var; sürdürülebilirlik. Temel olarak şirketler sosyal, çevresel ve yönetişim uygulamalarını bu kavramla tanımlıyor. 3 Aralık 1984 günü ABD kökenli Union Carbide firmasının Hindistan Bhopal’de kurduğu, böcek ilacı üreten fabrikadan devre dışı bıraktığı güvenlik önlemleri nedeniyle 40 ton metil izosiyanat gazını bacadan dışarı atması sonucu 23 bin kişinin ölümü, 150 binden fazla insanın körlük ve akciğer kanseriyle baş başa bırakan bir büyük facia yaşanmıştı. Bu olay çevresel etkenler için milat sayılırken 2013 yılında Bangladeş’te binin üzerinde işçinin hayatını kaybettiği Rana Plaza Katliamı sosyal uygunluk adına yapılan “-mış gibi” işlerin miladı sayılıyor. Carroll, Baudrillard, Bourdieu, Harvey, Wallerstein gibi üretimden ziyade tüketime odaklanan yazarlar bir pazarlama stratejisi olarak sosyal uygunluğun temellerine kaynaklık ediyor. Özü itibarıyla sürdürülebilirliğin ideolojik temeli; tüketiciye her daim kesintisiz ulaşabilen bir üretim, tüketime arzı; iş kazası, çevre kazası veya sosyal bir adalet talebiyle engellenmemesi.
Türkiye’de gıdadan, turizme, tekstilden demir çelik sektörüne her iş kolunda sosyal uygunluk sertifikaları parayla satılır halde. İş güvenliği, işçi sağlığı, bina güvenliği, yangın önleme ve söndürme önemleri, çalışan hakları, örgütlenme özgürlüğü, ayrımcılığın önlenmesi gibi pek çok başlığı kağıt üstünde inceleyenler belki de hiç görmedikleri iş yerlerine sertifika dağıtıyorlar. Tekstil sektöründe Benetton, H&M, Inditex (Zara), Marks&Spencer, Nike, Puma, Levi’s, LCW gibi uluslararası markalar sosyal uygunluk denetimlerini bir pazarlama ve günah çıkarma stratejisi olarak kullanıyor. Bu markalara üretim yapan Türkiye’deki tekstil şirketlerinin de yılda ortalama 15 denetimden geçtiği ifade ediliyor. Ancak üretim işçilerin asgari ücret seviyesindeki gelirleriyle devam ediyor. Bu bir “Al gülüm ver........
© Evrensel
