DÜNYA YENİDEN Mİ ŞEKİLLENİYOR
Dünyanın yeniden şekillenmesine yönelik çabalar coğrafyamızın hemen yanı başında cereyan etmektedir elbet. Önce Saddam’ı devirip idam etmekle işe koyuldularsa da yeni küresel imparatorluğun şekil değişikliğine yönelik giriştiği çabalar daha henüz son bulmuş değil. Hem niye son bulsun ki, Ortadoğu hammadde kaynağı coğrafya olduğu müddetçe şekil değişikliği girimleri devam edecek gibi gözüküyor da. Hem kaldı ki, artık sınır komşumuz Irak değil, Amerika’dır. Bu yüzden Özal bir zamanlar Ortadoğu’daki haritalar yeniden çizilecek derken, yeni küresel imparatorluğun şekil değişikliği girişimlerini kastetmişti zaten.
Peki, ABD Atlantik ötesinden buralara demir atıp buraları şekillendirme girişimlerine kalkıştı da ne oldu, aslında evdeki hesap çarşıya uymaz misali gidişattan kendileri de pek memnun gözükmüyorlar. Besbelli ki yeni küresel imparator ve onun aparat aktörleri eskisi kadar ne Ali kıran baş kesilebiliyorlar ne de pek çok ülkeye diş geçirebiliyorlar. Hele ki Türkiye’nin bölgede insiyatif üstlenip Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Pençe kilit harekâtlarında rol üstlenmesi gururlarına çok dokunmuş gözüküyor.
Evet, Suriye’de bu gidişattan kendi payına düşeni alıp belini doğrultamaz hale düşürmüşlerdi. Nitekim ta baştan itibaren İsrail tarafından Lübnan’ın bombardıman edilmesiyle birlikte pılını pırtısını toplayıp çekilmesine yetmiştir. Sadece kolu kanadı kırılan Suriye miydi, hiç kuşkusuz buna tüm Ortadoğu ülkeleri de dâhildi elbet. Malum, İsrail’in sinsice Ortadoğu’da çıbanbaşı olarak yerleştirilmesi buralarda şekil değişikliğinin ilk işaretlerini teşkil ediyordu zaten. İşte görüyorsunuz Filistin halkının çektiği acılar orta da. Hele şükür ki Filistin halkının o müthiş direnişiyle tüm cümle âleme öyle yenilir yutulur kolay lokma olmadığını gösterebilmiştir.
Peki ya İran? Malum İran ise uluslararası baskılara rağmen elinde bulundurduğu nükleer programını koz olarak kullanaraktan Irak bataklığına saplanan ABD’yi yumuşatabilmiştir. Hatta İran bu arada ABD’nin Irak’a girmesiyle birlikte bir taşta iki kuş vurmuş oluyordu. Yani bu demektir ki, İran bir yandan düşman bellediği Amerika’nın hışmından kurtulurken, diğer yandan da 8 yılı aşkın bir süre içerisinde Irakla arasında bitip tükenmek bilmeyip de neticelenemeyen savaşın yıpranmışlığından sıyrılmış oluyordu. Ama pekte sevindirik olmasına da gerek yoktu. Çünkü ABD’nin ileri ki yıllarda ne yapacağı belli olmayabilirdi, her daim yeniden hedef tahtası olması ihtimal dâhilindeydi.
Peki ya Türkiye? Türkiye Bush döneminde bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde tezkereye red oyu vermekle Irak işgaline ortak olmanın getireceği zararları geçte olsa fark edip, bölgede pozisyon almakla bir anlamda bölgede ağırlıklı rol üstlenmenin kapısını aralamış oldu. Öyle ki, tezkereyi reddedişiyle bölge halkının gönlünü kazanmış oluyordu. Böylece komşularımızın gönlünü kazanmasına vesile olan Türkiye’nin bu tavrı yeniden Osmanlı güneşinin Ortadoğu semaları üzerine doğuşunu hatırlatacak gelişmeyi beraberinde getirir de.
Bilindiği üzere Bush’un Irak işgali öncesinde gerek Türk medyasında, gerek siyasi arenada, gerekse değişik platformlarda tâ işin başından beri tezkere konusunda lehte ve aleyhte hararetli tartışmalara sahne olmuştu. O günleri hatırlayanlar çok iyi bilir ki, o sıralar ileri sürülen tezlerden biri Türkiye’nin ABD ile birlikte Irak’a girmeli ki bölgede inisiyatif üstlenmiş olalım görüşüydü, diğer tez ise tezkereye evet dersek piyon olup kendimizi cehennem ateşine atmak olacağı yönünde ileri sürülen bir başka görüştü. İşte her iki görüşünde masaya yatırıldığında üç aşağı beş yukarı bu eksende tartışmalar devam ederken asıl bu hususlarda branşı gereği konuşması gereken 28 Şubat zihniyeti askeri bürokrasinin adeta ipe un serercesine görüş belirtmemesi ise son derece düşündüren bir durumdu. Ve bu tutumları dikkatlerden kaçmaz da. Hele bilhassa........
© Enpolitik
