Seyhan Can yazdı: PESSOA’NIN LİZBON’U
Sıcak bir yaz akşamında oğlumla İzmir’den başladığımız beş buçuk saatlik uçuşun sonlarına doğru, aşağıda tüm görkemiyle varlığını ve heyecanını hissettiren ışık denizini izlerken, daha birkaç gün önce okuduğum, “Lizbon’a Gece Treni”ni düşünüyordum. Antik diller öğretmeni Raimund Gregorius yani Mundus, ellili yaşlarının sonunda, her şeyi geride bırakıp bir gece yarısı Lizbon’a doğru çıktığı yolda, “Tarlalar, olduklarından daha yeşiller tasvirlerde.” cümlesi yüzünden eşi Florence ile hayatlarının en berbat sahnesini yaşadıklarını hatırlıyordu. İşte bu yüzden “Huzursuzluğun Kitabı”nı nerede görürse oradan hemen uzaklaşan Mundus, Lizbon’a içsel yolculuğunda Pessoa’nın, kurmaca yazarı Bernardo Soares aracılığıyla dünyanın belki de en yalnız düşüncelerini yazdığını fark ediyor ve Pessoa’yı anlıyordu.
Pascal Mercier’in kahramanı Mundus’u Lizbon’a çeken, gizemli bir kadından duyduğu “Portugues” sözcüğünün sihirli melodisiydi. Ben ise Fernando Pessoa’nın kaleminde canlanan “Lizbon”un sihrine kapılmıştım. Pessoa’nın “Ne kadar uzağa gidersem gideyim, hep Lizbon’un içinde olacağım.” dediği şehir; benim için turistik bir geziden çok; Pessoa’nın dünyasına yapacağım bir yolculuk anlamı taşıyordu.
Lizbon’daki ilk günümüzün sabahında Chiado’nun parlak ve kaygan kaldırımlarında yürürken, “Hayatta sahip olduğum her şey, Lizbon’un kaldırımları gibidir: kaygan, güvenilmez.” diyen Pessoa’nın çok sevdiği şehrine ve hayatına bir türlü tutunamadığını hissediyorum.
Şehrin en ünlü caddelerinden Rua Garret üzerinde bulunan Cafe Brasileira’da kahvemizi içiyoruz. Pessoa ve arkadaşlarının uğrak yeri olan bu tarihi kafede, zamanın ağır akışında içtiğimiz kahveye eşlik eden çıtır Pastel de Nata, geçmişi ve geleceği, Pessoa’yı ve bizi aynı masada buluşturuyor. Lizbon’un Pessoa’sı, ışığa bulanmış Lizbon sabahında, şehrin nabzının attığı bu meydanda, yedi tepeli şehrini dinliyor sanki… Rumelihisarı’nda “başında eski âlemlerin sarhoşluğuyla yedi tepeli “İstanbul’u dinleyen Orhan Veli gibi… Üstad; yanındaki boş sandalyeye kendi ifadesiyle “ara sıra normal bir insanın” teşrif etmesini beklerken, bir taraftan da akıp giden insan selini dalgın gözlerle seyrediyor.
........© Edebiyat Burada
