Sol göz cinayetleri ve Necip Hablemiotoğlu ile İhsan Güven suikastleri!
Deniz Kuvvetleri İstihbarat Subaylığından emekli Binbaşı İhsan Güven, akademisyen Necip Hablemitoğlu’nun 18 Aralık 2002'de Ankara'daki apartmanının önünde öldürülmesinden iki yıl sonra, 3 Mayıs 2004 günü Tuzla’daki evinde, Pendik İmam Hatip Lisesi felsefe öğretmeni eşi Sibel Güven ile birlikte, tıpkı Necip Hablemitoğlu gibi susturuculu silahla sol gözünden vurularak öldürülmüştü.
Necip Hablemitoğlu ile yakın dostu ve manevi rehberi Deniz Kuvvetleri İstihbarat Subayı emekli Binbaşı İhsan Güven’in sol gözlerinden vurularak öldürülmesi, birbirinden bağımsız gibi görünen iki cinayeti sembolik, istihbari ve operasyonel düzeyde birbirine bağlayan son derece dikkat çekici bir detaydır. Bu suikast biçimi üzerinden yapılacak analiz yalnızca olayların kriminal boyutunu değil; aynı zamanda derin devlet, kontrgerilla, istihbarat savaşları ve örgütsel intikam motivasyonları çerçevesinde ele alınmalıdır.
1596'da Fransız anatomist ve tıp bilimcisi Du Laurens, gözlerin zihnin pencereleri olduğunu söylemiştir. Göz takibi araştırmaları yaklaşık 150 yıl öncesine dayanmaktadır ve farklı alanlarda çeşitli amaçlarla yaygın olarak kullanılmaktadır. Genel olarak göz takibi teknolojileri, farklı insan bilişsel, duygusal ve fizyolojik durumlarını yansıtan çeşitli göz hareketlerini gerçek zamanlı olarak yakalamak için araçlar sağlar ve bu da farklı senaryolarda insan zihnini daha geniş bir şekilde anlamak için kullanılabilir. Göz, bireyler arası güç mücadelesinde önemli bir yer tutar. Geleneksel olarak sağ gözün (güneş) aktiviteye ve geleceğe, sol gözün (ay) pasifliğe ve geçmişe karşılık geldiği bilinir.
Bir katilin kurbanlarını özellikle sol gözünden vurarak öldürmesinin altında yatan neden, sadece fiziksel değil, aynı zamanda psikolojik, sembolik ve hatta ideolojik anlamlar taşıyabilir. Nitekim kriminal uzmanlara göre bir insanı öldürmek için kafaya ateş etmek yeterlidir. Ama sol göze nişan almak, olağan dışı bir detaydır. “Gözetleyen göz”ü yok etme: Bu, istihbaratçılar için en ağır mesajdır. Bazı ezoterik geleneklerde, sol göz “vicdanın, hatıranın ve içsel sezgilerin gözü”dür.
Bu gözün vurulması, hedefin hem fiziksel hem sembolik olarak yok edilmesi demektir. Necip Hablemitoğlu ve İhsan Güven’in sol gözlerinden vurularak öldürülmeleri, rastgele seçilmiş yöntemler değil; bir istihbarat disiplini ve sembolizmiyle işlenmiş operasyonel cinayetlerdir. “Sol göz”, bazı okült ya da ezoterik inançlarda kötülük, sapma ya da Tanrı’ya karşı gelme ile ilişkilidir.
Örneğin: Ezoterik bazı inançlarda "sağ göz ilahi bilgeliği", sol göz ise “dünyevi sapkınlığı” temsil eder. Katil, kurbanlarını sol gözden vurarak bir tür “cezalandırma” ritüeli uyguluyor olabilir. Sol gözden kurbanları vurmak, sıradan bir yöntem seçimi değil; çoğu durumda bilinçli, simgesel, ritüelistik ve hatta kişisel geçmişle bağlantılı bir eylemdir.
Arapça ‘ces’ kökünden “gözetleyen, araştıran” mânasında isim olan casus kelimesi, “düşmanın sırlarını araştırıp bilgi sızdıran, düşman içinde çeşitli yıkıcı faaliyetlerde bulunan kişi” anlamına gelmektedir. Bu faaliyet sırasında göz önemli bir fonksiyon icra ettiğinden Arapça’da casusa “göz” anlamına gelen “ayn” adı da verilmiştir.
Beş Göz/ Five Eyes Intelligence Oversight and Review Council - FIORC, Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık başta olmak üzere Avustralya, Kanada ve Yeni Zelanda'nın oluşturduğu istihbarat ittifakıdır. Resmi olarak bu ülkeleri Sinyal İstihbarat Antlaşması olan UKUSA kayıtlarda tutmaktadır.
II. Dünya Savaşı sonrasında ABD ve Birleşik Krallık tarafından temeli atılan Beş Göz ittifakı; Birleşik Krallık, ABD, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda arasındaki teknik istihbarat iş birliği mekanizmasıdır. Sorumluluk sahaları açıkça beyan edilmese de üye ülkelerin dünyanın belirli bölgelerine yönelik teknik istihbarat üretilmesinden sorumlu olduğu bilinmektedir.
Her iki suikastta da İBDA-C, Ergenekon ve FETÖ bağlantıları ileri sürüldü; ancak olaylar faili meçhul kaldı. Polis soruşturmasında, olayın İBDA-C üyeleriyle ilişkili olabileceği yönünde değerlendirmeler yapıldı. 2008 yılında gelen isimsiz bir e-postada “olayı Ergenekon yaptı” ifadesi yer aldı.
Bu görüş, dönemin savcısının değerlendirmeleriyle birlikte dosyaya yansıdı. Beş sanık hakkında dava açıldı; sanıklar ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Daha sonra Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuru sonucunda bu sanıkların hak ihlâline uğradığı yönünde karar verdi.
İhsan Güven cinayeti hâlen faili meçhul olarak kayıtlarda yer almaktadır. Basına yansıyan bilgilere göre, Necip Hablemitoğlu suikastında kullanılan silahın, 2004 yılında işlenen İhsan Güven suikastında da kullanıldığı öne sürülmüştür. Bu durum, iki cinayet arasında bağlantı olabileceği yönündeki değerlendirmeleri gündeme getirmiştir.
Her iki olay da kamuoyunda geniş yankı uyandırmış; kısa sürede sıradan bir adli vakadan çıkarak, bazı değerlendirmelere göre, siyasi içerikli ve hassas bir hâl almıştır. İhsan Güven’in özellikle 1960 Askerî Darbesi’ndeki rolü ve devletin çeşitli kademeleriyle olan ilişkileri, olayın boyutunu farklılaştırmıştır. Ayrıca, kamuoyunda Güven ile yakın ilişkisi olduğu ifade edilen Cumhuriyet dönemi düşünürü Necip Hablemitoğlu’nun da benzer bir şekilde, gözünden vurularak öldürülmesi dikkat çekici bir benzerliğe yol açmıştır.
Soruşturma sürecinde, İhsan Güven’in öldürülmesiyle daha önce başka bir siyasi suikastta adı geçen bazı yapıların bağlantılı olabileceği yönünde değerlendirmeler olmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan iddianameyi inceleyerek soruşturma başlattığı belirtilmiştir.
Her iki olayda da hedef alınan kişilerin, bazı yorumlara göre, bilgi ve birikimleriyle dikkat çeken isimler olması önemle vurgulanmıştır. Cinayetlerin profesyonelce işlendiği ve geride belirgin deliller bırakılmadığı yönünde değerlendirmeler yapılmıştır.
Kurmuş olduğu Dost Tarikatı manevi rehberi emekli albay olan İhsan Güven ile öğretmen eşi Sibel Güven’in cenazesi, İstanbul Habipler Yayla Mezarlığı'nda toprağa verilmişti…
İhsan Güven, 1925 yılında Trabzon’da doğdu. Askerî okula giren Güven, mezun olduktan sonra ülkenin çeşitli yerlerinde görev yaptı. 1950’li yıllarda İskenderun-Yarıkkaya Radar Üssü'nün yapımında görev yaptığı dönemde İsmail Emre ile tanıştı ve bu hâdise, hayatında bir dönüm noktası teşkil etti.
İsmail Emre (1900 - 14 Ağustos 1970), Adana’da yaşamış olan tasavvuf şairiydi. Alman Oryantalist Annemarie Schimmel, onu abartılı şekilde “Tasavvufun Boyutları” adlı kitabında “Yeni Yunus Emre” olarak adlandırmıştır. Oysa İsmail Emre’nin söyleyişleri, sıradan halk ozanlarının gerisinde ve düzeyinde olmamasına rağmen Alman Oryantalist Annemarie Schimmel tarafından öne çıkarılması düşündürücüdür.
Çünkü Schimmel, II. Dünya Savaşı yıllarında yalnızca bir çevirmen olarak değil, Alman Dışişleri Bakanlığı bünyesinde istihbarat amaçlı faaliyetlerde bulunan bir Türkçe uzmanı olarak görevlendirilmişti. Görev yaptığı yer olan Sachsen'da savaşın sonunda Amerikalılar tarafından gözaltına alındı ve şüpheli istihbarat bağlantıları nedeniyle beş buçuk ay boyunca Marburg’daki kamplarda tutuldu. Oryantalizm hakkında sıkça dile getirilen “sömürgeciliğin öncü keşif kolu” nitelendirmesinin ne denli yerinde olduğu da bu örnekle bir kez daha teyit edilmiş olmuyor mu?
-İsmail Emre
Annemarie Schimmel’den sonra Tarihçi Polymnia Athanassiadis de Emre’nin ‘Doğuşlar’ı üzerinde çalışmalarda bulunmuş, 99 şiirinin Yunanca tercümesini yapmış, “İsmail Emre: Bir Derviş” isimli kitabını........
© Dikgazete.com
