Hep söylenir: Osmanlı’da da genelevler vardı!.. Peki işin aslı ne?
Toplumda sıkça duyulan bir söylem var:
“Osmanlı’da da genelev vardı. Devlet bunları işletiyordu.”
Bu iddia yalnızca tarihî bir hata değil, aynı zamanda devlet aklına yönelen bir iftira, medeniyet perspektifine sapma, zihinsel işgalin bir yansımasıdır.
Genelev meselesi bir “ahlak” ya da “toplumsal gerçeklik” tartışması değildir yalnızca.
Bu mesele, devletin neye izin verdiği, hangi değerler üzerine inşa edildiği, ne tür bir insan yetiştirmeyi amaçladığı sorularıyla doğrudan ilgilidir.
Bu yazı, Osmanlı’dan günümüze fuhuş politikalarının zihinsel ve ideolojik kodlarını çözmeyi; Habîlyan mı, Kabîlyan mı bir devlet anlayışı ile karşı karşıya olduğumuzu ortaya koymayı amaçlamaktadır.
Osmanlı Devleti’nin 1300’lerden 1800’lerin ortalarına kadar süren klasik döneminde, devletin ideolojik temeli şeriattır.
Devlet aklı, vahye ve fıkha dayanır; bu bağlamda:
* Fuhuş ve zina haram olduğu gibi, cezaî anlamda suçtur.
* Kadılar, şer‘iyye sicillerine göre zina eden kişileri sürgüne göndermekte ya da hapse mahkûm etmektedir.
* “Genelev” tarzı mekânların ortaya çıkması hâlinde bunlar mühürlenmekte, kadınlar cezalandırılmakta, bazen de mesken sahipleri kamu düzenini bozduğu gerekçesiyle hesaba çekilmektedir.
* Ahlâk zabıtası, mahalle imamları ve esnaf loncaları ahlaki denetimde önemli rol oynar.
Bu sistemin ardında yatan esas, Habîlyan devlet aklıdır:
Yani toplumun manevi korunması, iffetin kamusal bir değer olarak görülmesi ve nesil emanetinin devlet eliyle muhafazası.
Devletin görevi “fuhşu yönetmek” değil, ahlâkı yaşatmaktır.
1839 Tanzimat Fermanı ve ardından 1856 Islahat Fermanı, yalnızca idari reformlar değildir.
Bu fermanlar, zihniyet değişiminin anayasalarıdır.
Batı’dan alınan seküler hukuk modeli, Osmanlı’daki........
© Dikgazete.com
