menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Sadakatle kör edilmiş adalet

16 0
20.04.2025

@FeyzaBayraktar_

info@feyzabayraktar.com

Adalet bazen sessizlikte ölmez; alkışın içinde boğulur. Bir toplumda zulüm yalnızca zorbalıkla değil, inançla süslenmiş yalanlarla da yaşar. Gerçeği reddedenler değil, kutsayarak eğip bükenler en derin karanlığı yaratır. Çünkü adaletsizlik her zaman baskıyla değil, bazen de inandırılmış kalabalıklarla büyür. İnsan sadece korktuğu ya da çıkarları için susmaz; bazen inandığı için de görmez.

‘Dalkavukluk: Gerçeğin üzerine çekilmiş altın varak ve ‘Adaletin susturulduğu yerde travma konuşur’ başlıklı son iki yazımda, insanların adaletsizlik karşısında neden sessiz kaldığından bahsetmiştim. Bu yazılarda adaletsizliğe karşı farklı tutumları kaleme alırken dalkavuklardan ve başına bir şey gelmesinden korkanlardan yola çıkmıştım. Yalnız adaletsizliğe sessiz kalan sadece bu iki grup değil.

Baskıyla yönetilen, hukukun siyasallaştığı, adaletin bir yargı meselesi olmaktan çıkıp bir ‘sadakat sınavı’na dönüştüğü ülkelerde bazı insanlar haksızlıklara değil itiraz etmek, alkış tutar. Üstelik bunu korkudan ya da yönetime yaranmak için değil inanarak yaparlar. Birini tutuklamak adaletsizlik değil önleyici güvenlik, bir muhalifi susturmak düşünce suçu değil, vatan savunması sayılır. Çünkü bu insanlar, gerçekliği kendi gözleriyle değil, inanç süzgeçleriyle görür. Ve adaletsizlik karşısında korkudan susanlar, çıkar için alkışlayanlar ve gerçeği çarpıtıp kör olanların sayısı ne kadar fazlaysa, bir ülkenin çöküşü o kadar hızlanır.

Psikolog Leon Festinger’ın bilişsel çelişki kuramı, insanların inandığı değerlerle gördükleri gerçekler çatıştığında ortaya çıkan rahatsızlığı azaltmak için gerçeği eğip büktüklerini söyler. Bu psikolojik çelişki, kişinin benlik algısını tehdit ettiğinde devreye girer.

Bir liderin adaletsizlik yaptığına inanmak, yalnızca o lideri değil, onunla kurulan kimliksel ve duygusal bağları da sorgulamayı gerektirir. Bu da kişinin geçmiş tercihlerinin doğruluğunu, siyasi aidiyetini ve hatta kendilik imajını tartışmaya açar. Ve insan zihni, bu tür tehditleri savuşturmak için ustaca yollar bulur.

Örneğin, uzun yıllardır desteklenen bir liderin yolsuzluk yaptığını gösteren belgeler ortaya çıktığında, kişi iki seçenekle karşı karşıyadır. Ya gerçeği kabul edip, “Evet, desteklediğim kişi yanlış yapmış” diyerek çelişkiyi doğrudan yaşamak -ki yukarıda da söz ettiğim gibi zihin bunu yapmaktan kaçınır- ya da zihinsel bir manevrayla çelişkiyi bastırmak, yani, “Zaten herkes çalıyor, o da sistemin kurbanı” veya “Ama çok hizmet etti, bu kadarcık da olur” demek. Çünkü zihninde şu temel inanç vardır: Ben adaletli biriyim. Dolayısıyla, bu inançla ‘Adaletsiz birini destekliyorum’ bilgisi çatışır. Ve birey, çoğu zaman kendi vicdanını değil, gerçeği değiştirir.

İşte bu yüzden, bazı insanlar adaletsizliği görmez; çünkü görmek, inandıkları şeyi sorgulamak anlamına gelir. Ve çoğu zaman gerçekliği değiştirmek, kendini değiştirmekten daha kolaydır.

İnsan zihni, adaletsizliği yok sayar ya da normalleştirirken başka psikolojik mekanizmalar da devreye girer. Psikolog Albert Bandura’nın vicdanın sessizleştirilmesi üzerine ortaya koyduğu teoriler bu durumu güzel açıklar.

Bandura, insanların kendi vicdanlarını susturmak için geliştirdiği sekiz mekanizmayı tanımlar. Bunlar arasında ‘ahlaki gerekçelendirme’, ‘sorumluluğun kaydırılması’ ve ‘kurbanın suçlanması’........

© Diken