menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Boş koltuk, susturulamayan ses

23 0
29.06.2025

Kahve yine aynı bardağa konur. Ayakkabılar her zamanki yere bırakılmıştır. Gün, sanki dünün devamı gibidir. Ama bir şey eksiktir: bir ses, bir yorum, bir bakış.

Bu eksiklik sadece bir alışkanlığın kaybı değil, insanın dünyayı anlama biçiminin çatlamasıdır. Sessizlik bazen kulakları sağır eden bir çığlığa dönüşür. Çünkü susturulan yalnızca bir kişi değildir; onunla birlikte milyonlarca yürek, milyonlarca cümle, milyonlarca gerçeklik de susar. Bir ses eksildiğinde toplumun duygusal dengesi bozulur. Neşe kaybolur, cesaret silinir. Mutluluk bile çekilir bir kenara.

Bir toplumun sesini kısarsanız yalnızca sözünü değil, ruhunu da çalarsınız. Bu kişisel değil, sistematik, politik ve psikolojik bir susturma biçimidir. Susturulan bir ses yalnızca bir fikre değil, o fikrin taşıdığı hakikate yapılan bir saldırıdır. Bazı sözler yalnızca anlam taşımaz; varlıklarıyla hakikatin iskeletidir.

Tarih bu kırılmalarla doludur. Sovyetler’de gulag’a gönderilen yazarlar, yazdıkları için değil, yazabilecekleri için cezalandırıldılar. Soljenitsin sürgün edildi; ancak ‘Gulag Takımadaları’, bastırılmış bir hafızanın, bir halk adına yeniden dile gelişiydi.

Susan Sontag’ın dediği gibi; “Gerçeğin düşmanı yalan değil, sessizliktir.” Susturulan bir birey, susturulan bir gelecek demektir.

Carl Jung’un ‘gölge’ kavramı burada devreye girer. Toplumlar, bilinçdışında bastırdıkları korkuları dile getirenleri ‘rahatsız edici’ bulur. Bu insanlar yalnızca kendilerini değil, toplumun görmek istemediği karanlıkları da ifşa eder. Aynadırlar. Ve aynasız kalan toplum, yüzünü kaybeder.

İşte bu nedenle, sessizliğin kendisi bile bir travmanın habercisidir.

Gerçeği taşıyan aynalar kırıldığında yansıma değil, ruh çatlar. Çünkü bazı sesler yalnızca bilgi değil; bağ, güven ve aidiyet taşır. Psikanalist Donald Winnicott’un ‘tutarlı nesne‘ kavramı bu bağı açıklar: Toplumun düzenli gördüğü, duyduğu, güvendiği figürler bireyin iç dengesidir. Onlar yoksa boşluk değil, çöküş olur. Travma sessizlikle başlar.

Pinochet rejiminde kaybolan gazeteciler yalnızca haber taşımazdı; halkın gerçekle kurduğu köprüyü temsil ederdi. Her kayıp, kolektif bir çöküştü. Otoriter rejimler sadece bilgiyi değil, duyguyu da denetler. Bir gazeteci kaybolduğunda yalnızca ekran değil,........

© Diken