Lazcaya el verip gönlünü kaptıran Japon
Dilbilimci Goichi Kojima aşağı yukarı 6 bin dilin gramerini biliyor. Zaten dünyada da aşağı yukarı 6 bin dil var. Pekçoğu bir iki kuşakla ölecek.
Goişi’ye “Kaç dil biliyorsun?” diye sorduk, sorumuzun ne kadar muğlak olduğunu öğrendik, anladık. “Dil bilmekten kastınız nedir?” diye sordu. Gramerini bilmekse, işte 6 bin.
Yok, çarşıda pazarda alışveriş edip günlük ihtiyaçları halletmekse (Kapalıçarşı satıcıları gibi diyelim), “Bir sıfır atmak gerekir: 600” diye cevap verdi.
Okuduğunu anlamak, bir meseleyi konuşmak, bir sohbeti yürütmekse dil bilmek, “Bir sıfır daha atmak gerek: 60.”
Sadece konuşmak, tartışmak, okumak değil de yazmayı da becermek demekse, “Herhalde 10, 12.” (Goichi Kojima, Türkçe yazışırken adını, olması gerektiği gibi, ‘Goişi’ yazıyor. Ben de çoğu yerde öyle yazdım.)
Goişi’nin iyi bildiği dillerden biri Zazaca; yedi yıl çalışmış, köylerinde yaşamış. “Zazaca, Kürtçenin bir lehçesi değil, ayrı bir dil” diyor. Komşu Kürt ve Zaza köyleri kendi dilini kullanıp birbiriyle anlaşamıyor; ancak Türkçeyle. Goişi, Zazacanın ayrı bir dil oluşunu bir tek bu gözlemine dayandırmıyor, iki dilin yapısında farklılıklar var, mesela fiil çekimlerinde farklılıklar var. Bazı Kürtler pek hoşlanmamış Goişi’nin vardığı sonuçtan. Devlet de hoşnut değil, Türkçeden başka dil mi var yani!
Goişi 1985’te Ovacık’ta üç gün hapiste kalmış. Yüksekte demir parmaklıklı bir pencere var, Goişi oradan bugün de hatırladığı şu türküyü duyuyor (Goişi ezgisiyle söylüyor):
Dıye, dıye, dıye, dıye
Dıye emser biyâ k’öyü
Tsay berbenay? Tsay jibenay?
Kami dôtoro? Mıré ne vânay?
(Acıklı) Oy, oy, oy, oy
Köyümüz yeşerir,
Niye ağlıyorsun?
Kim sana vurdu?
Niye söylemiyorsun?
Goişi aç, onu içeri atanlar yiyecek vermiyor. O parmaklıktan bir kase aşure sallandırılıyor hücreye her gün. Muharrem ayındayız. Goişi üç gün sonra çıkınca bir kız çocuğu geliyor yanına:
“Aşure güzel miydi?”
“Çok güzeldi. Kim yaptı?”
“Hepimiz.”
Goichi Kojima daha lisedeyken bir sürü dil biliyormuş, dile özel bir yeteneği olduğu aşikar. Japonya’da üç yıl okuduktan sonra 1968’de bursla Fransa’ya, Strasbourg Üniversitesi’ne gitmiş; dilbilim, fonetik ve etnoloji okumuş. Etnoloji masteri yapmış. Doktora tezi de yine Strasbourg Üniversitesi’nde Türkçe’nin şiveleri üzerine.
Türkiye’ye ilk kez 1970’te gelmiş turist olarak. Batı bölgelerini dolaşmış o zaman. Doktora tezi Anadolu’daki Türkçe şiveleri olduğu için sonra heryere gitmiş. Ama tezi için gezip araştırma yaparken bir yandan da azınlık dillerini araştırmış, tabii kimseye bir şey demeden, çünkü o zamanlar Türkiye’de azınlıkları, dillerini araştırmak demek ne demek!
1970’lerin ortalarında yolu Hopa’ya düşmüş, bir kahvede otururken iki adam Türkçe olmayan, hiç de duymadığı bir dilde konuşuyormuş. Nece konuştuklarını sormuş. “Lazca” demişler. Goişi, birkaç kelime öğretmelerini istemiş. Bunun üzerine Laz adam telaffuzu zor Lazca bir kelime söylemiş, tekrarlasın diye. Goişi gayet güzel tekrarlamış. Adam bir kelime daha söylemiş, Goişi onu da layığıyla seslendirmiş. Goişi’nin özel yeteneğinin yanısıra Japoncadaki bazı seslerin Lazcadakilere benzemesi de işe yaramış. Bunun üzerine Laz kararını vermiş: “Tamam, sen Lazca öğrenebilirsin.”
Öğrenmiş. Hem de nasıl! Her Laz kasabasında ayrı Laz lehçesi konuşulduğu için Goişi bütün Laz coğrafyasını, birçok köyü de kapsayacak şekilde, adımlamış -adımlamış gerçekten, bugün arabayla tırmandığımız bazı köylere patikalardan çıkmış.
Temmuz başında Çamlıhemşin’in Laz köylerini dolaşıyoruz, Arhavi’den arkadaşım Hasan Sıtkı Özkazanç’la ben Goişi’ye mihmandarlık ediyoruz, Meǩalesǩiriti’li (Dikkaya) arkadaşımız Ramazan Kosanoğlu’nun kılavuzluğuyla. Beyija’dayız (Behice), yıllar önce ölen Ömer Seçer’in evini arıyoruz. Goişi çok zaman geçirdiği o evi görmek istiyor, Ömer Seçer’i öyle anacak belki, büyük oğlu Ayhan’ı iyi hatırlıyor, belki onu görecek. Bulamadık. Fırtına vadisine kondurulan 7 bin bungalovun şişirdiği turizm balonunundan saçılan parayla yapılmış ve yapılmakta olan dev gibi binalar köyün çehresini tanınamayacak şekilde değiştirmiş.
Dolanırkan bir balkondan bir kadın seslendi: “Goişi! Sensin değil mi? Hatırlıyorum seni, konuşmuştuk.”
İşte tanıdık bir çehre. Kadın Ömer Seçer’in evini tarif etti. İki yeni çirkin binanın arasında biçimsizleşmiş merdivenden inip sola döndük, köyün eski halinden bir parça önümüze serildi. Goişi evi tanıdı, yürüyoruz, biraz yukardaki bir balkondan bir adam seslendi: “Goişi! Goişi, dur geliyorum.” İsmail Kalay uçar-adım geldi.
Ömer Seçer’in evinin önünde torunları oynuyor. Kapıya bir kadın çıktı, geliniymiş, içeri davet etti bizi. Genişçe bir odaya oturduk. Ömer Seçer’in karısı, kızı, büyük oğlu Ayhan da geldi. Goişi’yle sarmaş dolaşlar.
Goişi 22 yıldır hiç Lazca konuşamamış; yazmış, yazışmış ama konuşacak kimse yok Strasbourg’da. Biraz pratiğe ihtiyacı var açılması için. Yine de hangi Laz köşesine gitsek, sorulara o yerin şivesiyle cevap veriyor, hepsi kafasında. Zaten yeni çıkan Lazca-Türkçe Sözlük‘ünün bir özelliği de bu; her kelimenin her şivedeki hali, kullanımı, açıklaması var. Sözlük 2072 sayfa, 50 bin kelime. Hazırlanmasında Goişi’ye 15 kişi eşlik etmiş, kendi Lazca lehçelerine hakim kişiler bunlar.
Birkaç gün sonra Pazar’a gittik, Goişi’nin sohbet toplantısı var. Biraz erken vardık, vakit geçireceğiz, Marina Cafe’ye attık kendimizi, ağaçlar altında, serin bir çay bahçesi. Tenha bir köşede bir masa bulduk, sandalyesi yok. Goişi’nin sigara dumanına, kokusuna karşı acayip alerjisi var, 20 metre ötede sigara içen biri bile boğabilir onu, rüzgar bu yöneyse. Bir adam geldi. Durumu anlattık. “Bekleyin” dedi, aksi. Sandalyeleri getirdi. “Goişi” diye seslendi, “Beni tanımadın mı?” Goişi gözlerini kıstı, başını geriye çekti, dikkatle baktı.
“Cahit ben, Goişi, Caahit. Ben seni hemen tanıdım, daha merdivenleri çıkarken, ama ses etmedim, bakalım sen beni tanıyacak mısın diye.”
Goişi’nin sigara hassasiyetinden bahsettim, “Sigara içenlere dikkat kesilmiştik” dedim.
“Bilmez miyim?” diye cevap verdi. Goişi’nin sigara alerjisi eskisinden bin beterdi şimdi.
Cahit devam etti: “Sen hep buraya gelirdin, bana bir sürü şey sorardın. Bahri bey vardı bir de, onunla çok konuşurdun. Öldü.”
Goişi ikisini de hatırladı, Cahit’i omuzlarından tutup özenle yanaklarından öptü. (Sevdiklerine hep........
© Diken
