Kurt Lewin Liderlik Deneyleri: Bir Demokrasi Nasıl Yönetilir?
1933 yılında Nazi Almanyası’nda karanlık bir dönem başlamıştı. Irkçılığın ve totaliter ideolojilerin yükseldiği bu ortamda, Yahudi kökenli bir sosyal psikolog olan Kurt Lewin, ailesiyle birlikte Almanya’dan kaçarak Amerika Birleşik Devletleri’ne yerleşti.
Lewin, Avrupa’da şahit olduğu otoriter rejimlerin birey ve toplum üzerindeki etkisini derinlemesine gözlemlemişti. Amerika’ya yerleştikten sonra bu travmatik tecrübeleri bilimsel bir çerçevede incelemek ve demokrasinin birey üzerindeki etkilerini araştırmak için kendine has bir deney tasarladı.
ABD’nin bir eyaletinde, sıradan bir binanın tavan arasında, oldukça dağınık ve sınıf ortamından uzak küçük bir “laboratuvar” kurdu. Bu oda, tahta kutularla, bez parçalarıyla, eski malzemelerle ve atölye işlerini destekleyecek araçlarla doluydu. Bu dağınıklık bilinçliydi: Lewin, gerçek hayattaki karmaşık ve kontrolsüz koşulları taklit etmek istiyordu. Amaç, steril deney odalarından farklı olarak, canlı bir sosyal etkileşim ortamı yaratmaktı.
Lewin, 10-11 yaşlarındaki çocukları dört ayrı kulübe ayırdı. Her kulüp haftada bir kez toplanıyor ve çocuklar kendi kulüp odalarında çeşitli yaratıcı faaliyetler yapıyordu:
Tiyatro maskeleri tasarlamak, mobilyalar boyamak, sabun ve tahta oymacılığı yapmak, hatta model uçaklar inşa etmek gibi. Bu kulüp odaları hem çocukların sosyalleştiği hem de üretkenliklerini ortaya koyduğu birer atölye işlevindeydi. Lewin’in asıl yeniliği, her kulüpte farklı bir liderlik tarzı uygulamasıydı. Böylece, çocukların bu farklı liderlik yaklaşımlarına nasıl tepki verdiğini gözlemleyebiliyordu. Üstelik bu gözlemler gizliydi; odanın bir köşesinde araştırmacılar oturuyor, çocukların ve liderlerin davranışlarını not ediyor, Lewin ise yaşananları gizlice filme alıyordu.
Otoriter liderlik tarzı, karar alma süreçlerinde katılımcılığı dışlayan, kontrolü merkeziyetçi bir yapıda tutan ve bireylerin inisiyatif kullanımını sınırlayan bir yaklaşımdır. Kurt Lewin’in yürüttüğü deneyde bu liderlik modelini uygulayan kişiler, çocuklara ne yapmaları gerektiğini ayrıntılı biçimde, emir kipiyle iletmiş ve sürecin geneline dair bilgi vermekten özellikle kaçınmışlardır. Bu liderler, grup üyeleriyle arasına belirgin bir hiyerarşik mesafe koymuş, sembolik olarak da bu ayrımı güçlendirmiştir: Tek tip kıyafet giymeleri, rozet takmaları ve çocuklarla fiziksel olarak mesafeli durmaları bu ayrımın dışavurumlarıdır.
Bu yönetim biçimi, grup dinamikleri üzerinde doğrudan olumsuz etkiler yaratmıştır. Deneysel gözlemler, otoriter liderlik altında çalışan çocukların yüksek düzeyde psikolojik stres yaşadığını, bu stresin ise grup içi çatışmalar ve saldırgan davranışlarla dışavurulduğunu göstermektedir. Tartışmaların ve fiziksel kavgaların sık görülmesi, çocukların birbirine karşı empati ve işbirliği geliştirmekte zorlandığını ortaya koymuştur.
Özellikle bir seansta yaşanan olay, bu yönetim tarzının çocuklar üzerindeki psikolojik etkisinin çarpıcı bir örneğini sunmaktadır: Çocuklar, büyük emekle ürettikleri tiyatro maskelerini öfkeyle parçalayıp yere atmışlardır. Araştırmacılar bu olayı sadece bir nesneye yönelmiş öfke olarak değil, sembolik bir isyan olarak değerlendirmiştir. Zira çocuklar, maskelere değil, onları kısıtlayan, bastıran ve yaratıcılıklarını törpüleyen otorite figürüne tepki göstermektedir.
Lewin’in bu deneysel bulguları, otoriter liderliğin bireyler üzerindeki bastırıcı etkisini ve bu durumun hem duygusal hem de üretkenlik açısından ne denli yıkıcı sonuçlar doğurabileceğini göstermektedir. Otoriter liderliğin baskılayıcı yapısı, kısa vadede düzen sağlasa da, uzun vadede bireysel gelişimi engellemekte, içsel motivasyonu azaltmakta ve toplumsal uyumun önünde bir engel oluşturmaktadır. Bu durum, çağdaş liderlik teorilerinde sıkça vurgulanan “katılımcı yönetim” ve........
© Daktilo1984
