Atatürk'ün 'ulusal egemenlik' yemini
“Annemin kabri önünde Allah’ın huzurunda yemin ediyorum. Bu kadar kan dökerek milletin elde ettiği ve sağlamlaştırdığı hâkimiyetin korunması ve savunması için gerekirse annemin yanına gitmekte asla tereddüt etmeyeceğim. Milli hâkimiyet uğrunda canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun.” (Mustafa Kemal Atatürk, 27 Ocak 1923)
Mustafa Kemal (Atatürk), 14 Ocak 1923’te çok sevdiği annesi Zübeyde Hanım’ı kaybetti. O sırada Batı Anadolu’da uzun süreli bir yurt gezisine çıkmıştı. 15 Ocak 1923 sabahı gezisinin ilk durağı Eskişehir’de, İzmir’deki annesinin ölüm haberini aldı. Atatürk, Lozan Konferansı’nın çıkmaza girdiği sırada, Cumhuriyetin ilanı ve halifeliğin kaldırması öncesinde, 35 gün sürecek kapsamlı bir yurt gezisine çıkıp Eskişehir, Arifiye, İzmit, Bursa, Alaşehir, Salihli, Turgutlu, Manisa, Akhisar, Balıkesir ve İzmir’de yöneticilerle, komutanlarla, gazetecilerle ve halkla bir araya gelerek soruları yanıtlayıp “yeni Türkiye” hakkında çok önemli açıklamalar yapacaktı.
Atatürk, çok sevdiği annesinin ölüm haberini almasına karşın, çıktığı yurt gezisini iptal etmedi. Programa devam edilmesini emreden Atatürk, İzmir’deki Başyaver Salih Bozok’a şu telgrafı çekti: “…Merhumenin münasip bir şekilde cenaze törenini yapınız. Cenabı Hak milletimize hayat ve selamet versin.”
Atatürk, annesinin cenaze törenine katılamadı. Çünkü o sırada savaştan yeni çıkmış bir ulusu; Türk ulusunu yaşatmaya çalışıyordu. Annesi ölmüştü, ama yaşaması gereken yaklaşık 8 milyon insanın; savaş yorgunu, yaralı, yoksul Türk ulusunun sorumluluğunu taşıyordu. Ulusun geleceğini, kendi kişisel acıları da dahil, her şeyin önünde görüyordu. Bu nedenledir ki Eskişehir’de Mutasarrıflık’ta, taziyeleri değil, halkın sorunlarını dinlemek istedi; kendi acısını değil, halkın sorunlarına çözüm önerilerini dile getirdi.
Atatürk, Türk ulusunun özgür ve bağımsız yaşayabilmesinin ancak “kayıtsız şartsız egemenliğine” sahip çıkmasıyla mümkün olacağını düşünüyordu. “Vicdanında milli bir sır olarak sakladığı” cumhuriyeti ilan etmeden önce çıktığı yurt gezisinde “ulusal egemenliğe” vurgu yapacaktı. O günlerde yazdıkları kitapçıklarla “Halife meclisin, meclis halifenindir” propagandası yapan İskilipli Atıf ile Şükrü hocalara yanıt vererek anayasadaki ifadeyle egemenliğin “kayıtsız şartsız milletin” olduğunu hatırlatacaktı.
Atatürk, 16-17 Ocak 1923 İzmit Basın Toplantısı’nda, halifeyi “devlet başkanı” olarak görmek isteyenlere halifelik tarihinden örneklerle yanıt verdikten sonra şunları söyledi:
“Teşkilatı Esasiye Kanunu’nda birkaç noktaya işaret edebiliriz. Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir. ‘Kayıtsız şartsızı’ buradan kaldırmadıkça Türkiye Devleti herhangi bir kişiye ya da makama egemenliğe uymayan hiçbir yetki veremez… Milli egemenlik devredilemez. İnsanın, hâkimiyetini vermesi için milli iradesinin felç olmasını kabul etmesi gerekir. Bu, ölmeyi kabul etmek demektir. Bundan dolayı bir millet, hâkimiyetini veremez. (Hâkimiyet) Yalnız alınır ve zorla alınır. Millet hâkimiyetini elinde tutuyor ve ancak hâkimiyetinin icabı kadarını uygulamak üzere Millet Meclisi’nin genel kurulunu görevlendiriyor. Fakat bir tek adama bu yetki verilemez.”
Atatürk, 18 Ocak 1923’te yine İzmit’te İstanbul gazetecileriyle yaptığı ikinci toplantıda da “ulusal egemenlik” konusunda şunları söyledi:
“Anayasanın gerçek ruhu ise bu kanunun kitaplara geçmesinden önce, milletin beyninde ve vicdanında toplanmış olmasıyla ve ancak bunun ifadesi olmak üzere kurduğu Meclis’e verdiği asıl görev ile ortaya konmuştur. (…) Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Ve gerçek milli istek ve iradeyi uygular ve ancak bununla millet alınyazısına sahip olur. Tarihi olaylarımız ve tecrübelerimiz bize milletin koyun sürüsü halinde........© Cumhuriyet
visit website