1993... ‘Uğur’suz yılın adı
Türkiye’nin siyasi tarihini araştıranların 1993 yılı üzerinde hayli uzun durmaları gerekir. Pek çok bakımdan kırılmaların, çalkantıların yaşandığı uzun bir yıldı. Yılın gelişi daha ocak ayından belli olmuştu! 24 Ocak 1993 Pazar günü Ankara karlı, yarı güneş, ayaz bir güne uyandı. Öğle saatlerinde Gaziosmanpaşa Karlı Sokak’ta patlayan bomba, Uğur Mumcu’nun 1990 yılından beri sorduğu şu soruya karşılık veriyordu:
Sıra kimde?
“Sıra” Uğur Mumcu’daydı!
31 Ocak 1990’da Bahçeli’deki evine girerken kurşunlanarak öldürülen Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı Prof. Dr. Muammer Aksoy’un cenazesinde onun fotoğrafını taşıyan Uğur Mumcu, karanlık bir dönemin başladığını görüyor, bunu korkmadan kaleme alıyordu. Çok iyi biliyordu ki “Cesur bir kez, korkak bin kez ölürdü”.
Prof. Aksoy’un ardından 7 Mart 1990’da Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Çetin Emeç evinden çıkarken çapraz ateşle öldürüldü. Aynı yıl 6 Eylül’de emekli müftü, yazar Turan Dursun, 4 Ekim’de Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Bahriye Üçok evine gönderilen bomba düzenekli bir paketin patlamasıyla yaşamını yitirdi.
1990’lı yıllar bir yandan 12 Eylül 1980 askeri darbesinin bütün izlerini silme, kaybedilen hakları geri kazanma mücadelesiyle bir yandan da aydın kıyımlarıyla başladı. 1991 sonunda yapılan genel seçimlerin ortaya çıkardığı tablonun eseri olarak DYP-SHP koalisyonu kuruldu. Merkez sağ ve merkez solun ortak bir hükümette buluşmuştu. Hedefleri, ülkeyi demokratik bir iklime sokmak, giderek yükselen PKK terörüne karşı tüm Türkiye’yi kucaklamaktı. Böyle bir hükümetin kurulması aydınların büyük çoğunluğunu hem sevindirdi hem büyük beklenti içine soktu.
Ancak aydın kıyımlarının sürmesi ülkenin ufkunu karartıyordu. 9 Temmuz 1992’de, 24 Ocak’a altı ay kala, dönemin MİT Müsteşarı Teoman Koman, aralarında Uğur Mumcu’nun da olduğu bir grup gazeteciyle sohbet ederken kısa ama derin iki cümle kurmuştu:
“Bir gazeteciyi öldürecekler. Hatta içinizden biri de olabilir!”
Sıranın kendisine geleceğini o kadar “net” görüyordu ki iki güvenlik uzmanına şu soruyu sordu:
“Bana nasıl bir saldırı düzenlenebilir?”
Güldal Mumcu bunu, “İçimden Geçen Zaman”da eşiyle yaşadığı diyalogları da paylaşarak anlatır.
Güvenlik uzmanıyla bütün olası yöntemleri konuştular, en güçlü olasılığın şu olduğunu yüksek sesle dile getirdiler:
Araca bomba konarak.
Uğur Mumcu’dan önce yaşanan saldırılar kadar, ondan sonra yaşananlar da toplumda derin izler bıraktı, dönemin iktidarının adımlarını etkiledi. En sarsıcı olan Mumcu’nun öldürülmesiydi.
Türkiye olağanüstü bir ikilemi yaşıyordu. Bir yanda koalisyonun SHP kanadının “demokratikleşme paketleri” bir yanda DYP kanadının bunları reddetmeden denge bulma arayışı... Ama bunun karşısında yükselen terör! 1990-1993 arasında özellikle 21 Mart Nevruz kutlamaları o ayı kapsayacak ölçüde kanlı geçti.
Koalisyondaki arayış güvenlik güçleri içinde de vardı. Dönemin Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis şu düşüncesini yüksek sesle dile getiriyordu:
“Bölge halkını kazanmadan terörle mücadeleyi kazanamayız.”
Bitlis bu görüşünü metin haline de getirdi. “Bitlis planı” adıyla tartışılmaya başladı. 17 Mart 1993’te, Mumcu cinayetinin üzerinden iki ay geçmeden Org. Bitlis’in Ankara Etimesgut’tan havalanan uçağı kalkıştan kısa bir süre sonra düştü. Uçaktaki beş kişiden kurtulan olmadı. Uçağın buzlanmadan düştüğü açıklandı. Üretici firma ise uçağın Ankara’daki hava koşullarından çok daha ağır durumda bile uçabildiğini açıkladı.
İki ay sonra 24 Mayıs’ta Bingöl-Elazığ karayolunda 33 silahsız eri taşıyan otobüs durduruldu, erler kurşuna dizildi. Korkunç katliamı PKK üstlendi.
O gün SHP’nin bir bakanı çevresiyle şu cümleyi paylaştı:
“Bu koşullarda demokratikleşme paketlerinden söz etmek artık çok zor!”
1993’ün uğursuzlukları bitmemişti!
2 Temmuz’da Sivas Madımak’ta 35 aydının yanarak, dumandan boğularak ölümü........
© Cumhuriyet
![](https://cgsyufnvda.cloudimg.io/https://qoshe.com/img/icon/go.png)