"Ay'a kafayı takmış durumdayım" dedi Dzama..
Sonra Dzama'nın ay ile olan ilişkisini okudum. Dolunay zamanlarında ekstra enerjisi olduğunu, en ilginç eserlerini hep o zaman yarattığını ve de 5-6 yıl önceki Fas seyahatinde, Chefchaouen dağlarında, mavi şehirde gördüğü büyük pembe bahar ayının ardından da çizimlerine ayı dahil etmeye başladığını öğrendim. Bunu öğrenince de bu defa kendime şunu sordum: "Bugüne kadar gördüğüm en güzel ay/dolunay neredeydi, ne zamandı ve ben o zamanlar kimdim, nasıl biriydim?"
Büyük bir dikkatle, ayla başbaşa kaldığım zamanları, ayın beni bütünüyle etkisi altına aldığı anları teker teker düşünmeye başladım kısacası. Sonra da "sanırım ben de aynı Dzama gibi Ay'a kafayı takmaya başlıyorum" diyerek güldüm kendi kendime..
Ne enteresan değil mi? Bir sanatçının enerjisi, hiç yanyana gelmemiş olsan bile, yalnızca kelimeleriyle, cümle kuruş biçimiyle, yaşadığını aktarma şekliyle nasıl da geçiyor km'lerce öteye..
Ama tabi şunu da açıkça söylemem gerekiyor, bu röportajda tuhaf bir şey var. Müthiş bir gerçeklik hissi. Sanki Marcel Dzama'yı canlı canlı dinliyormuşsunuz gibi hissediyorsunuz röportajı okurken. Yapıldığı vakitten epey sonra, yazılı bir metin okuyor olsanız dahi öyle hissetmiyorsunuz. Yani yazının soğukluğu yok burada. Onun yerine orada, o atölyede, Brooklyn'de gibi hissediyorsunuz. Demek istediğim, buradaki sayfalar, Dzama'nın zihnini, sanatını, duygularını size nasıl oluyorsa tam anlamıyla zamansız bir biçimde taşıyabiliyorlar.
Ayrıca şunu da itiraf etmem sanırım iyi olacak. Benim aslında bu kataloğu aklımda hiç okumak yoktu. Çünkü vaktim yoktu. Sadece sergiyi gezdikten sonra eve gelince kataloğu elime alıp şöyle bir baştan sonra hızlı hızlı akmasına müsaade etmek istemiştim sayfaların. Ama sonra birden kataloğun 56'ncı sayfasında başlayan ve 64'üncü sayfasına kadar devam eden fotoğrafa yakalandım. (Röportajın sonunda da bu fotoğraflar devam ediyor.) O yüzden de bu röportajı okumaya başladım. Sanırım bir şekilde o fotoğraflara çok yakın hissettim kendimi. Daha doğrusu fotoğrafta olanlara. Oradaki kendi halindelik beni müthiş etkiledi. Oradaki renk cümbüşü çok hoşuma gitti. Masmavi bir kapının arkasına yapıştırılmış birbiri ile alakasız resimler, yazılar beni kendine çekti. Ardından da zaten fotoğraflardaki herşeyi incelemeye başladım.
Duvardaki maskeler.. Eski bir gitar.. Eski bir teyp. Boyalar, plastik çiçekler.. Posterler, Dzama'nın oğlunun vesikalık bir fotoğrafı.. Batman çıkartmaları.. Püsküllü renkli bir avize.. Tavandan sarkan bir disko topu.. Kapağına kaş göz çizilmiş, hala kullanımda olduğu yanan ışıklarından belli olan bir mikrodalga.. Sonra yine maskeler.. Daha fazla maske.. Bir kupa.. Duvarın içinden çıkan bir at heykeli.. Altında bir tane daha.. Alttaki at üstteki atı burun farkıyla geçmiş ama..........
© CNN Türk
