Bir kaçış öyküsü...
Osmanlı Devleti, 1299 yılında Söğüt’te kuruldu. 1680’li yıllarda, en büyük coğrafi büyüklüğe erişti. ★★★ 1850’li yıllarda, ağır bir borç yükü altına girdi. Bu paraları, eğitimde ve sanayide kullanmadı. Saraylar yaptı. Adına, “itibar” dendi. ★★★ Adam kayırmacılık ve yozlaşma yaygındı. Liyakat sistemi çökmüştü. ★★★ 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması’yla, Osmanlı toprakları işgal edilmeye başlanır. ★★★ 13 Kasım 1918... İşgal donanması, İstanbul Limanı’nda yerini aldıktan sonra... Osmanlı Devleti adına, Deniz Kurmay Albay Ali Rıza Bet ile Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Reşat Hikmet Bey işgalcilerin amiral gemisine giderler. Osmanlı devletini temsilen, işgalcilere “hoş geldiniz” mesajını iletirler. Oysa, bu gemiler ziyarete değil, işgale gelmişlerdi. ★★★ Osmanlı coğrafyasında, işgalcilerin en hoşlanmadıkları kişiler subaylardı. İlk hedef komutanlardı. İşgal güçleri, ilk önce meydanı subaylardan temizlemeye başladı. ★★★ O dönemde bazı gazeteler ve yazarlar, işgalcilere yaranmak için kendi milli komutanlarına saldırmayı marifet sanıyorlardı. Bu saldırılar, o dönemin modasıydı. Tıpkı, 2010’larda “Kumpas” davalarında ve son dönemde yaptıkları gibi... ★★★ 16 Mart 1920 sabahı... İstanbul, resmen işgal edilir. ★★★ Aynı gün, Fransız Yüksek Komiserliği’nin Baş Tercümanı M. Ledoux, Padişah Vahdettin’i ziyaret eder. Nota verir: “Bugün itibariyle Müttefikler İstanbul’u resmen işgal etmişlerdir. Durumu size tebliğ ediyorum.” Osmanlı’nın 36’ncı padişahı ve 115’inci İslam halifesi, direnmeyi aklından bile geçirmez. Oysa, işgal........
© Bizim TV
