Onur Alp Yılmaz’la Söyleşi: “Asıl ‘Sarı Öküz’ Sokakların Kılıçdaroğlu CHP’si Tarafından Marjinalize Edilmesiydi”
CHP’nin en güçlü Cumhurbaşkanı adayı olan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun önce üniversite diploması iptal edilerek adaylığının önü kesildi, hemen ardından da kendisi gözaltına alınıp tutuklandı. Görüntüde bunlar idare ve yargı tasarruflarıydı fakat ardında bir siyasi irade olduğunu tahmin etmek pek zor değil gibi duruyordu. Çok uzun zamandır alıştığımız gibi her şeyin bir torbaya doldurulduğu, nesnel kanıtlardan ziyade birtakım soyut iddialarla gerçekleşmiş bir dava süreciyle karşı karşıya olduğumuz izlenimi yaygın. Öte yandan aynı dönemde İBB’ye ve hatta CHP’ye kayyım atanacağı iddiaları yoğunlaştı. Fakat önce İstanbul Üniversiteli öğrencilerin sokağa çıkışıyla başlayan sonra hem CHP örgütü hem de toplumun bilhassa genç kesimlerinin öncülüğünde devam eden toplumsal tepkilerle süreç şimdilik yarım kalmış görünüyor. AKP’nin yeni hamleler yapmak için suların bir süre durulmasını bekleyebileceği düşünülüyor. Bu sırada 6 Nisan Pazar günü belki de bir kayyım atanmasının önüne geçebilmek için CHP yeniden Olağanüstü Kongre’ye gitti ve beklendiği üzere Özgür Özel tekrar genel başkan seçildi. Süreci “CHP’nin 100 Yılı” kitabımızdaki bölümlerden birini kaleme alan siyaset bilimci, BUPAR Araştırma Direktörü Onur Alp Yılmaz’la konuştuk.
- CHP’nin önümüzdeki süreçte nasıl bir planı olduğunu düşünüyorsun? Ekrem İmamoğlu’nun cumhurbaşkanı adaylığına büyük bir imza desteği verildi. CHP, İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığında ısrar edecek mi yoksa duruma göre yeni bir adaya mı yönelecek? Ve sence doğru tavır nedir?
Diplomanın iptalinin İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanlığı seçiminde yarışmasını engellemek için verilmiş siyasi bir karar olduğunu düşünenlerin oranı yüzde 60. Yüzde 20’lik bir kesim destekliyor ve idari bir karardır diyor. Kalanlar ise fikrim yok ya da kararsızım diyor.[*] Toplumun yüzde 80’inin olayın ardından bu kadar kısa bir süre geçmişken bir konuyla ilgili fikri olması çok rastlanan bir şey değil. Tutuklamalarla ilgili de benzer bir durum söz konusu. Fikrim yok ya da kararsızım diyenlerin de bir kısmının aslında elbette fikri var. Ancak partisinin tutumuyla vicdanının söylediği arasındaki çatışmadan dolayı bu soruyu muhatap almak istemiyor. Dolayısıyla iktidarın aleyhine bir yerde konumlanıyor. Bunun iktidar açısından anlamı şu: İktidar kendi tabanına dahi bunu elindeki onca imkana rağmen anlatamamış, kendi tabanında dahi rıza üretememiş. CHP açısından ise soru şu: Bu yüzde 60’ın ne kadarını oya tahvil edip edemeyeceği.
Erdoğan, yaptığı her siyasi hamlesinde ya da muhaliflerin sıklıkla vurguladıkları “U dönüşlerinde” topluma bunun kendileri açısından faziletlerini anlatarak bu hamlenin “aslında onlar için” olduğunu anlatmayı başardı. Ancak, İmamoğlu siyaset sahnesine çıktığı andan beri ona karşı elinde bulundurduğu iktidar gücüyle yaptığı hamleler, İmamoğlu’na karşı yürütülen bu süreçlerle ilgili Erdoğan’ın tabanını bırakın “onların çıkarı için” olduğuna ikna etmeyi, bunların yargı süreçleri olduğuna dahi ikna etmesini zorlaştırıyor.
Peki, iktidar neyi hedeflemiş olabilir?
CHP’yi “HDP’lileştirmeyi”. Yani 2024 Ekim’i öncesinde Kürt siyasi hareketine yaptığı gibi bu sefer de CHP’yi marjinalleştirmeyi. Açıkça ifade etmek gerekir ki, 18 Mart akşamı ve 19 Mart sabahı iktidar (18,5 Mart Kalkışması diyorum ben), CHP’yi topyekûn bir çökertme hamlesine girişti. Bu hamlenin içinde CHP ve İBB’ye kayyım atanması, Ekrem İmamoğlu ve Özgür Özel’in siyaset sahnesinin dışına atılması ve kontrollü bir CHP yaratılması düşüncesi vardı. O yüzden yaşananları bir acemilikten ziyade, bir ezbercilik olduğunu ifade etmek gerekir. İktidar, pasifize ettiği toplumdan çıt çıkmayacağını ve Özgür Özel’in de bir mücadele örmekte başarısız olacağını düşündü. DEM Parti’nin de evlere şenlik “süreç” dolayısıyla mücadeleye omuz vermeyeceğini hesapladı. Bunları böyle söylerken bile hâlâ dehşete düşüyorum…
Buradan hareketle senin sorduğun adaylık meselesine gelirsek, 17 Eylül’de yazdığım bir yazıya dönmek isterim. O gün yaşanan parti içi rekabeti anlattıktan sonra şöyle demiştim:
“CHP’nin izleyeceği en doğru yöntem, bir an önce Cumhurbaşkanı adayının nasıl belirleneceğine dair yöntemi ortaya koymak ve hedef gerçekten 2025 Kasım’ında bir seçimse bu adayı belirlemektir.
CHP’nin içindeki mevcut belirsizlik, Erdoğan da dahil kendi dışındaki siyasi aktörlere bu belirsizliklerin yarattığı rekabeti körükleyerek onu dış müdahaleleri açık hâle getiriyor. Örneğin bundan sonra iktidar, CHP içindeki rekabeti İmamoğlu’na yasak vermek üzerinden şekillendirecekse Erdoğan’ın rakibi olan İmamoğlu’na yasak vermekle İBB Başkanı İmamoğlu’na yasak vermek arasında devasa bir hamle yapma konforu farkı olduğunu unutmamak gerekir.”
Elbette Erdoğan, yasağın da ötesine geçen bir hamle yaptı ve şu an bunun maliyetine katlanıyor. Ancak buradaki temel mesele başka. İktidar, İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından muhalefeti çökertme hamlesi başarılı olmayınca büyük bir telaşla “İmamoğlu aday olamıyor, Özgür Özel onun yerine aday olup onu sırtından vuracak” gibi bir söyleme sarılmaya başladı. Bu, şimdilik olgudan ziyade iktidarın temennisi gibi duruyor. Ancak özellikle İmamoğlu’nun diplomasının iptali üzerinden CHP’deki adaylık kavgasını yeniden alevlendirmek istedikleri aşikar.
Bu yüzden, diploma iptaliyle insanların kazanılmış haklarının da güvencesinin kalmadığını vurgulayan ve İmamoğlu’nun adaylığında ısrar eden, bu konuyu tartışmaya bile açtırmayan kararlı bir tutum son derece önemli. Günün sonunda seçim günü geldiğinde koşullar değişmese de İmamoğlu’nun arkasında dimdik duran bir CHP’yle, İmamoğlu’nun yaşadığı durumu kendisi için fırsata çevirmeye çalışan bir CHP seçmen nezdinde aynı muameleyi görmeyecektir. Ya da şöyle söyleyeyim: CHP’nin İmamoğlu’nun aday olamayacağı bir senaryo için alternatif aradığını düşündüren bir tutum, aslında iktidar için alternatifler içinde en iyi senaryolardan birine dönüşebilir. Başka bir ifadeyle, seçim sathında iktidarın İmamoğlu’nu kendisinin yerine birini işaret etmek zorunda bırakmasıyla, bunu CHP’li siyasi elitlerin kendi kariyerleri için bir fırsat olarak görerek araçsallaştırıp başka birinin adaylığını dayatmaları aynı şey değil.
- Tarihe baktığımızda toplumsal muhalefet güçlendiğinde CHP geleneğinin de güçlendiğini görüyoruz. Ama önceki örneklerde CHP’nin aynı zamanda bu toplumsal taleplerin gerisine düştüğünü, giderek kitleleri kendisinden soğuttuğuna tanık olduk. İmamoğlu’nun tutuklanmasıyla yeniden toplumsal tepki CHP ile bütünleşmiş gözüküyor ve bu noktada örneğin Gezi’den farklı duruyor bana kalırsa. Sence bu ilişki nasıl devam edecek, CHP toplumsal muhalefeti nasıl peşinden sürükleyebilir ya da en azından onun gerisine düşmeyebilir? Bu açıdan nasıl bir eylemlilik içinde olmalı?
Aklıma İoanna Kuçuradi’nin güvenle ilgili söyledikleri geldi. Şöyle diyordu İoanna Hoca:
“Güven duymak için; güvenilir bir insanla, güven duyabilen bir insanın karşılaşması gerekiyor. Birisinin güvenilir olması yetmiyor, güven duyan bir insanın da olması yetmiyor. İkisinin aynı anda olması gerekiyor. Böyle........
© Birikim
