Muhalefetin İçinde Bulunduğu Krizden Çıkması Mümkün Mü?
19 Mart’ta Ekrem İmamoğlu ve çalışma ekibinin tutuklanmasıyla başlayan darbe girişiminin İBB’ye kayyum atanması, devamında da CHP kongresinin iptal edilerek Özgür Özel’in görevden alınmasıyla tamamlanacağı bugünden bakılınca bir varsayımdan öte vakıa olduğu daha net görülüyor.
İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından ortaya çıkan toplumsal reaksiyon, piyasaların sert tepkisi ve kurumsal muhalefetin bütünleşik direnişi tutuklanmaları engelleyemese de şimdiye dek İBB ve CHP’ye kayyım atanmasını durdurmuş, bir diğer ifadeyle ertelemiş durumda. Ancak, buradan hareketle kurumsal muhalefetin sıkça dillendirdiği gibi "19 Mart darbe girişiminin bertaraf edilmesi” bir olgudan ziyade temenniye yakınsıyor. Zira, İmamoğlu’nun tutuklanması iktidar açısından nihai bir hedef olmaktan ziyade daha kapsamlı ve uzun erimli bir planın ilk ve en önemli adımıydı. Peki neydi bu plan?
Kamuoyunda sıkça tartışılmasına rağmen fiili olarak sandığın ortadan kaldırılması ve Türkiye’nin kapalı bir otoriter rejime dönüştürülmesinin iktidarın nihai hedefi olduğunu iddia etmek yersiz çünkü seçimsiz bir otoriter rejim 21. yüzyılın ruhuna da yeni otoriterliğin işleyişine de uyumsuz. Buradaki asıl amaç seçimleri ortadan kaldırmaktan ziyade sandıktan çıkacak sonucun bugünden belirlenmesi, yani zamanın akışına müdahalede bulunarak geleceğin bugünden tayin edilmesi. Bunun için belirlenen strateji de muhalefetin en güçlü cumhurbaşkanı adayının önce diplomasi iptal edilerek “hukuken” adaylığının engellenmesi, daha sonra tutuklanarak fiilen siyaset yapmasının önüne geçilmesi, İBB’ye kayyum atanarak rejimin içinde bulunduğu ekonomik krize bir çözüm olarak kent rantının tekrar ele geçirilmesi, son olarak da CHP’ye kayyum atanarak Özgür Özel liderliğinde ivmelenen, toplumla bütünleşerek sahici bir siyaset üreten muhalefetin elimine edilmesi. Özetle; erkene alınmazsa 2028’de yapılacak genel seçimler öncesi olası bir iktidar değişimi ihtimalinin bütünüyle ortadan kaldırılması ve Erdoğan’ın seçilmekten ziyade seçtirileceği bir seçim zeminin bugünden yaratılması. Dolayısıyla, 19 Mart’ta başlayan darbenin savuşturulan bir girişim değil sonuç alınana kadar devam edilecek bir süreç olduğunu unutmamak gerek. Ek olarak, 19 Mart itibarıyla Türkiye’de siyasetin, ekonominin ve toplumsal hayatın artık fiilen olağanüstü hâl rejimiyle yönetildiği ve kontrol altına alınmaya çalışıldığı bir döneme girildiğine de vurgu yapmak gerekiyor.
Mevcut durumun analizini yaptıktan sonra sorulması gereken soru ise bu durumda ne yapılacağı ve muhalefetin nasıl bir mücadele stratejisi benimsemesi gerektiği? Bu soruya verilen cevaplar önemli ölçüde AKP’nin 2002’de iktidara gelişi ve devamında takip ettiği izlekten öykünülerek erken seçim yapılması ve iktidara gelerek mevcut düzenin değiştirilmesine indirgeniyor. Fakat, bu önermeler temelde yanlış bir karşılaştırmalı analizden kaynaklanıyor: eski rejim ile bugünkü rejim arasındaki benzerliklere vurgu yapılarak AKP nasıl Kemalist rejimi tasfiye ettiyse........
© Birikim
