Mutluluk zorbalığı
Bir sabah uyanıyorsunuz ve dünya “iyileşmiş”. Kimse bağırıp çağırmıyor, kimse ağlamıyor, kimse kıskanmıyor. Öfke, keder, tutku… hepsi silinmiş. Herkes aynı dingin gülümsemeyle dolaşıyor; aynı duygusal frekansa sabitlenmiş gibi. Toplum nihayet “huzura” ermiş görünüyor. Ama bir avuç insan bu değişime bağışık: hâlâ kızabiliyor, hâlâ incinebiliyor, hâlâ insan gibi acı çekebiliyorlar. Yeni düzenin gözünde bunlar “hasta”. Eski dünyanın gözünde ise geriye kalan son insanlar. Vince Gilligan’ın Breaking Bad ve Better Call Saul’den sonraki ilk büyük projesi Pluribus, işte bu kâbusu daha üçüncü bölümünde suratınıza okkalı bir tokat gibi indiriyor. Bu bir bilimkurgu dizisinden çok politik bir alegori. 2025’in algoritmik iyimserliğiyle, yapay zekâ destekli “iyi hissetme” endüstrisiyle, duygu yönetim teknolojileriyle dalga geçiyor gibi görünüyor ama aslında onların bir adım ötesine gidiyor: Ya herkes gerçekten mutlu olmaya zorlanırsa? Acı çekme hakkımız elimizden alınırsa ne kalır geriye? İzlerken içim sıkılıyor; çünkü sorunun cevabını ben de bilmiyorum. Gilligan yine bildiğimiz Gilligan: izleyiciyi rahatsız etmekten hiç vazgeçmiyor. Mutlak mutluluğun olduğu bir dünya kuruyor ve bizi o dünyanın içinde yavaş yavaş boğuyor.
Albuquerque hâlâ ana üs ama hikâye Kanarya Adaları’na, sıfırdan inşa edilmiş mahallelere, gerçek marketlere, otellere, uçaklara uzanıyor. Carol’ın yaşadığı sokak, evi, marketi tamamen set........





















Toi Staff
Penny S. Tee
Gideon Levy
Sabine Sterk
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein