Ceza sandığı: Türkiye’de mizah, sanat ve sansür
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, bir internet programında “İçki tüm kötülüklerin anasıdır” hadisine yapılan espri nedeniyle başlattığı soruşturma ve ardından Boğaç Soydemir ile Enes Akgündüz’ün tutuklanması, Türkiye’de ifade özgürlüğünün geldiği noktayı bütün çıplaklığıyla bir kez daha ortaya koydu. Yargının gerekçesi, “kaçma ihtimali” ve “delil karartma” gibi klişelerden ibaretti. Gerçekte olan ise basit bir şakanın, siyasi iktidar tarafından bir suç haline getirilmesidir. Engizisyon’dan 2025 Türkiye’sindeki mahkeme salonlarına mizah suç sayılıyor.
Savcılığın akıl yürütmesi ilkel bir mantığa dayanıyor: “Dini değerlere yönelik bu sözler, geniş bir kesimi rencide eder, toplumda çatışmaya yol açar.”
Ancak TCK 216/1’in özüne baktığımızda, suçun oluşması için “açık ve yakın bir tehlike” aranır. Yani bir şakanın gerçekten toplumu birbirine düşürme potansiyeli taşıması gerekir. Burada ortada ne şiddet çağrısı vardır, ne de somut bir tehlike. Siyasi iktidar, “İncindim” diyen herkesin duygusunu ceza tehdidiyle korumaya kalkmaktadır. Bu, demokratik hukuk devletinde asla kabul edilemez bir mantıktır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) defalarca şu tespiti yaptı: “Rahatsız edici, şoke edici ya da incitici ifadeler de ifade özgürlüğünün koruması altındadır.” AİHM, Handyside v. Birleşik Krallık (1976) kararında, “ifade özgürlüğü yalnızca zararsız veya kabul gören düşünceler için değil, aynı zamanda rahatsız edici ve şoke edici fikirler........





















Toi Staff
Penny S. Tee
Gideon Levy
Sabine Sterk
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein