Seçimle gelen seçimle gider
İstanbul Barosu’na yönelik 22 Aralık 2024’te başlayan ve resmi dezenformasyon eşliğinde hukuk, demokrasi ve akıl dışı sistematik ve sürekli saldırılar karşısında, 15 Ocak’ta bir araya gelen İstanbul Barosu’nun önceki başkanları ve 20 Ekim 2024 seçimlerinde birbiriyle yarışan gruplar, “seçimle gelen seçimle gider” görüşünde birleşti. Olağanüstü Genel Kurul, bu ortak irade ile gerçekleşti ve ‘hukuk yoluyla demokrasi’ ereğinde amacına ulaştı.
Ne var ki, gerek kurultay öncesi gerek sonrası ve haliyle 4 Mart öncesi, basın yoluyla halkı yanıltıcı bilgiler yayılmaya başladı.
Gerçek durum nedir?
Cumhuriyet’in, yani Türkiye Devleti’nin nitelikleri, “adalet anlayışı” esas alınarak yazılmıştır (md.2). Barolara, Cumhuriyet’in nitelikleri ile örtüşen görev ve yetkiler tanınmış, sorumluluk ve yükümlülükler verilmiştir: Hukukun üstünlüğünü savunmak ve insan haklarını korumak.
Hangi hukuk?
Hukuk, şu dört katmanlı kurallardan/normlardan oluşur:
>> Yasalar,
>> Anayasa,
>> Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler,
>> Hukukun genel ilkeleri.
Hangi insan hakları?
>> Anayasa’da öngörülen bütün hak ve özgürlükler yanı sıra, madde 2 yoluyla evrensele açılan kapı: “İnsan hakları”.
“Hukukun üstünlüğü ve insan hakları”, Osmanlı Devleti modernleşmesi ve Türkiye Cumhuriyeti gelişmelerinin ürünüdür. Bununla birlikte, 2017 Anayasa değişikliği ile tarihimizde ilk kez Devlet başkanlığı ve Yürütme, bir kişinin birleştirilerek erkler ayrılığı yerine fiili erkler birliğinin yaratılmış olması, Devlet organlarının ve kamu kurumlarının insan haklarını koruma ve geliştirme yükümlülüklerini ortadan kaldırmış değildir.
Her ne kadar Hükümet’in ilgası, siyasal sorumluluk ve karar alma düzeneklerinin tasfiyesi yoluyla parlamenter rejim kaldırılmış olsa da, Türkiye’nin “sınırlı iktidar” ve “güvenceli özgürlükler” eksenindeki kazanımları çok güçlü olup, OHAL ortam ve koşullarında dayatılan Anayasa değişikliği ile kaldırılması mümkün değildir. İki yüz yıllık kurumsallaşma ve hukukileşme, yüzyıllık Avrupalılaşma ve uluslararasılaşma tarihi, iktidar ve özgürlük ikileminde iktidarın sınırlanması ve insan haklarının güvencelenmesi konusunda geriye dönülmesi olanaksız kazanımları beraberinde getirmiştir.
İstanbul Barosu tarihi, çağdaş Türkiye tarihi ile örtüşmektedir. Bu süreçte İstanbul Barosu, -bir savunma kuruluşu olarak- sav savunma hüküm diyalektiğinde yalnızca mağdur bireylerin hak ve özgürlüklerini değil, kendi üyelerinin haklarını olduğu kadar kendi görev yetki ve sorumlulukları çerçevesinde bir kamu tüzel kişiliği olarak kurumsal ve örgütsel haklarını korumak ve kendisine yöneltilen hukuk dışı saldırıları savuşturmak için mücadele vermiştir.
12 Eylül 1980 darbesi sonrası askeri yönetim tarafından kapısı mühürlenen, 2013’te yıl önce anayasasızlaştırma sürecinde aleyhine davalar açılan İstanbul Barosu, hep hukuk yoluyla demokratik mücadele ve dayanışma içinde saldırıları püskürtmüştür.
Dünya ölçeğinde emsalsiz bir yere sahip olan İstanbul Barosu, bu kez, SAV SAVUNMA HÜKÜM bileşenleri üzerinden çapraz bir saldırı ile karşı karşıyadır.
Siyasilerin savunmayı (ve haliyle hukukçuları) bölme girişimleri (7249 sy. Y) sonuçsuz kalınca, yargı bileşenleri eliyle İstanbul Barosu üzerinde kurulmaya çalışılan vesayeti, İstanbul Barosu üyesi hiçbir avukat, ne bireysel ne de kolektif olarak kabul eder, etmeyeceğini 20 Ekim’de birbiriyle yarışan gruplar, bütün topluma ve hukuk camiasına haykırdı ve haykırmaktadır.
Hukuk devleti (md.2), Anayasa’nın üstünlüğü ve bağlayıcılığı bütün kamu kurumları için geçerli olduğu (md.11) ve egemenlik kuralı, kaynağını Anayasa’dan almayan hiçbir yetki kullanılamayacağı (md.6) halde, İstanbul Barosu’na yöneltilen işlemler ve eylemler dizisi, bu emredici ve yasaklayıcı Anayasa kurallarına açıkça ve çok yönlü olarak aykırıdır.
Dava açma, ifade alma, gözaltı, tutuklama şeklindeki yaptırımlar dizisi, Anayasa’nın emredici ve yasaklayıcı hükümlerine (md. 19 ve 13) açıkça ve çok yönlü olarak aykırılıklar oluşturduğu gibi, adil yargılanma hakkı gereklerini de sıfırlamaktadır: Savaş halinde bile geçerli olan suçuz sayılma hakkı, ihlallerin ortak paydasını oluşturmaktadır. İstanbul Barosu Yönetim Kurulu Üyesi Avukat Fırat Epözdemir’in gözaltına alınması ve tutuklanması, Baro’ya karşı yürütülen operasyona Anayasa ve hukuk dışı delil üretme gayretinden başka bir anlam taşımamaktadır.
Baroların görevlerini yerine getirmesini engellemek, egemenlik hak ve........
© Birgün
