menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Mezarsız ölülerin yasını kim tutacak?

8 1
13.10.2025

"Benim evladım gelir diye kapıyı bacayı açık bıraktım. Ay geçti, gün geçti, sene geçti benim çocuğum gelmedi..."

Bu sözler 33 yıl boyunca oğlu Cemil Kırbayır’ı arayan Berfo Ana’nın, gözlerimiz ve kulaklarımızdan silinmeyecek bitmeyen yasının ifadesi. 12 Eylül darbesiyle oğlu gözaltına alınan, işkence ile kaybedilen, yasını tutmak için bir mezar taşı arayan ve bunun için çalmadık kapı bırakmayan fakat bu isteği gerçekleşmeden ölen bir annenin isyanı. Bu arayış ülkede yaşayanların kollektif beleklerine bir şekilde girmiş, hikâyeleri henüz yazılmamış kitaplardan okuduğumuz tek bir sayfa gibi düşünebiliriz. Ülkenin son 50 yıllında artan çığlıklardan yalnızca biridir. Her taşın altına bakılıp ‘belki bulurum’ umuduyla ölenlerinin izini süren insanların kırılgan hayatlarının bitmeyen yaslarını anlatıyor. Tamamlanmak, ölenlerle vedalaşmak için gözleri kapıda olanların, öfkeli bir o kadar inatçı haykırışlarının sesi olan Berfo Ana; o yaşıyla her hafta Galatasaray Lisesi önünde kameradan evlerimize giren direngen bir kadındı.

Freud; Yas ve Melankoli (1917) eserinde yasın, kaybedilen nesneyle kurulan bağın çözülme süreci olduğunu vurgular. "Yas, sevilen bir yakının veya ülke, özgürlük, bir ideal gibi düşünsel-soyut bazı değerlerin kaybına karşı gelişen bir reaksiyondur" der. Normal yas, zamanla iyileşme imkânı sunar; kaybın kabulü ve yeni bağların kurulması mümkündür şeklinde yorum yapar. Melankoli’yi yasın patolojik bir hal alması ve benlikte iyileşmeyen bir yarık, çözülmesi daha karmaşık bir süreç olarak anlatır. Toplumsal yası ise biraz genelleşmiş melankoli olarak yorumlamak yanlış olmayacaktır.

Bu bireysel tanım elbette politik süreçlerden kaynaklanan 'yaygın kayıplar' düşüldüğünde çok sayıda farklı etmen devreye girmesiyle karmaşıklaşır. Kitlesel olması, devamlı olması ve görünürlüğünün olmaması yanı sıra çerçevelerin dışında tutulan ve E.Levinas’ın deyimiyle 'Yüzler' kamusallığın dışına itilerek yadsınır. Aslında resmi tarihin dışında tutulan kayıplar, yaşadıklarında da tanınma arzusu yok sayılmış, öldüklerin de ‘hiç olmamış’ gibi davranılarak iki kez reddedilmiştir. Ama mezarsız ölüler J.Derrida’nın deyimiyle ‘hayaletler’ sürekli bu kamusallığın dışına itilmeyi anlatılar, hikâyeler, politik direniş anılarıyla kendilerini hatırlatarak bu sessizliği parçalarlar. Toplumsal Yas işte burada geniş grubun yaşadıklarını anlatmak için devreye girer. Çünkü çok sayıda hafızanın ortak beleğinde; kurucu iktidarların ve hakim sınıfların her türlü ideolojik aygıtları dahil tartışılmasını sağlar. Toplumların yaşadığı çatışma, savaş, etnik kırım, zorunlu göç, soykırım gibi kolektif kimliğine yönelik saldırganlık, devletin iktidarsal meşruiyetinin çürümesi olan ve M.Foucault’un ‘yönetimselik’ dediği canlandırma ile Abd’de Guantanamo, Türkiye’de Diyarbakır Cezaevi örnekleri gibi en yalın gösterenler olarak kolektif hafızada yer alır.

Türkiye’nin son 50 yıllında Kürt Meselesinde yaşanlarla ilgili ne yazık ki doğru dürüst toplumsal yas çalışmaları yok. Psikiyatrist Ayla Yazıcı’nın 2011 yıllında Hakkâri’de yaptığı çalışmada birkaç veri vermek bu sürecin mağdur edilenleri yönünde Yas’ın görünürlüğünü anlamaya yardımcı olacaktır. Katılımcıların ,7 si ölen yakınlarına veda edemediklerini, ölen kişilerin ),7’si için ne cenaze töreni ne de mezarlık yapabildiklerini ifade etmişlerdir. Bu kısıtlı çalışma bile son dönem gelişen, nereye evirileceği beli olmayan Barış Sürecinde Pozitif Barış’a geçilecekse geçmişle yüzleşmenin ve kayıplarla son vedaları için ciddi bir çalışma yürütülmesi gerektiğini gösteriyor.

Saha gözlemlerini aktaran şu habere bakmak bile karamsar bir tablo çizse de yapılması gereken öncelikler için ön açıcı olacaktır.

Yas tutma ve gömülme hakkı ahlaki, etik, psikolojik olduğu kadar politik bir taleptir. Tarihte pek çok örnekte politik çatışmalarda ölenlerin cenazeleri bir ‘aşağılanma’ aracı da olarak da kullanılmıştır. Sofokles’in M.Ö 411’de yazdığı Antigone’de; Kral Kreon’un ölen iki kardeşten Eteokles için cenaze töreni yapılıp ile kendine isyan eden Polyneikes’un için gömülmeyip açıkta yırtıcı hayvanlara yem olmasını buyruğunu verir. Buna karşı çıkan Antigone bir gece kardeşini gömer ve yasını tutar. Başına gelecek her olumsuzluğa rağmen bu sembolik 'kadın isyanı' ile başlayan Yas Tutma Hakkı ve Layığıyla Gömülme Hakkı çağlar boyunca devam eden, günümüz de gördüğümüz kamusallık içinde ki yas hiyerarşisini gündeme getiriyor.

Peki, kim bu mezarsız ölüler. Ahmet Tellinin şiirinde "Her dilden bir adları vardı onların, âmâ hiçbir ülkenin kimliğini taşımadılar" dediği kabul edilmeyen ve itiraz etmeye çalışan kadınlar, erkekler, diğer toplumsal cinsiyetlerdir. Nazım Hikmet’in Şeyh Bedrettin şiirinde "Yenildiler. Yenenler, yenilenlerin ak gömleğinde sildiler kılıçlarının kanını"daki yenilenlerdi.

Yaşadığımız coğrafyada hafızalaştırabildiğimiz ve az da olsa hikâyesini görünür yapabildiğimiz çok sayıda örnek verilebiliriz. Bunlarda çoğu zaman resmi söylemlerin görünmemesi için uğraştığı ama Yeryüzü Lanetlilerinin ısrarlı çabasıyla görünürlüğü mümkün olmuştur.

"Annem ne hissetti acaba? Canı çok yandı, yanmıştır… Annem tamı tamına 7 gün sokakta kaldı… Hiçbirimiz uyuyamadık, köpekler gelir, kuşlar konar diye. O orada yattı, biz 150 metre ilerisinde öldük…" dediği Taybet Ananın oğlunun çabasıdır. 12 yaşında Lice’de öldürülen ve kocaman gözleri ile resim karesinde bizlere bakan Ceylan Önkol olabilir. Faili meçhuller, Türkiye’de son 50 yıldaki çatışmalarda ölen çoğunlukla bir dere kenarına ya da bir ağaç altına üst üste gömülen, zamanla kemikleri açığa çıkan memleketin Fırat’ın doğusundaki anonimlerdir. Roboski/Uludere de bir traktör kamyonunda battaniyeye sarılarak cenazelerini gördüğümüz 34 yurttaşın, sınırdan bize ulaşan hikâyeleri olabilir.

J.Butler Kırılgan Hayat kitabında yasın tutulabilmesi için; bunun kamusallığa getirilmesini, bilinir olması, çerçevenin dışına itilmemesi ve onarıcı mekanizmaların devreye girmesi gerektiğini söyler. Bu coğrafya da böyle mi oldu dersek yaşadığımız gerçekliği düşündüğümüzde, yok saymanın tarihinin bir parçası olarak kayıplar hala yası tutulmayanların hanesine yazıldılar.

Kişilerin yaşam alanlarında ayrılmaya zorlayan zorunlu göçlerin, baskıların yaratığı hafızanın yaralanması aynı zamanda mekân-belek iyileşmesi için olumsuz olarak toplumsal yası artırmıştır. Kimlik kurgularımız pek çok etkenden oluşurken bunlardan ilksel olanın, hafızanın ilk çekirdeklerinin olduğu mekânsal boyuttur. Çok sayıda yerin ya çatışmalar ya da eko-kırım politikaları ile devamlı harabiyeti, bunun fiziksel travmalar, yakın kayıpları ile birleştiğini düşündüğümüzde, Yas’ın çözülmesi için gereken destekleyici grup baş edebilirliğini ortadan kaldıran durumlar olduğunu söyleyebiliriz. Aynı zamanda orayla kurulan olumlu kendilik tanımlarını da ortadan kaldırmıştır.

Toplumsal yas için hafıza merkezleri, onarıcı adalet, yüzleşme, tanınma, gömülme hakkının sağlanması kaçınılmaz. Gelişen barış sürecinin toplumsal travmatize geniş gruplar için bunlara öncelik vermesi gelecek için bir umut doğurabilir. Kürt meselesinden kaynaklı (elbette ülkenin her yerinde çoklu nedenlerden kaynaklı değişik düzeyde toplumsal yas oluşmuştur, başka bir yazıda değerlendirmek gerekir) yas süreçleri; barış, demokratikleşme, şiddetsizlik ve onarıcı politikalar ile........

© Bianet